Tarih

Milli Mücadele Düşmanı Bir Vatan Haini: Ali Kemal

BU YAZIYA PUAN VER


Kurtuluş savaşı, Türk milletinin en büyük destanlarından birinin yazıldığı dönem olduğu kadar işgalciler için çalışan vatan hainlerinin de çok olduğu bir dönemdir. Türk milleti, varlık yokluk mücadelesi verirken Mustafa Kemal gibi kahraman bir başkomutanı gördüğü gibi İngilizlerle iş birliği yapan, karakter yönünden zayıf vatan hainlerini de görmüştür.
Bu hainlerin başında gelen isimlerden biri Ali Kemaldir. Mütareke basınının sembol ismi olan Ali Kemal, Kurtuluş savaşında milli mücadele ve Mustafa Kemal aleyhindeki yazılarıyla İstiklal savaşımızın en koyu muhaliflerinden biri olmuştur. Kurtuluş savaşı aleyhtarlığı, savaş sonunda ölümüne neden olmuş ve İzmit’te linç edilerek öldürülmüştür.
Peki vatan hainliği yüzünden korkunç bir ölümle hayatı son bulan Ali Kemal kimdir? Siyasi görüşü nedir? Kurtuluş savaşına muhalif olmasının nedeni neydi? Ona göre kurtuluş reçetesi nedir? Tüm bu sorulara Ali Kemal’in yazılarından örneklerle cevap vereceğim. İşte bilinmeyenleriyle kurtuluş savaşının en büyük vatan hainlerinden biri Ali Kemal…
1867 yılında İstanbul Süleymaniye’de dünyaya gelen Ali Kemal’in gerçek ismi Ali Rızadır. Büyük vatan şairi Namık Kemal’i çok sevdiği için Ali Kemal ismini kullanmıştır. Eğitimine İstanbul’da başlayan Ali Kemal, Mülkiye mektebinden mezun olduktan sonra 1886 yılında Fransızcasını ilerletmek için Paris’e gitti ve Paris’te Siyasal bilimler eğitimi aldı.Yazarlık hayatına da Paris’te yaşadığı dönemde başladı. İkdam gazetesine Avrupa’da gördüklerini anlatan yazılar yollayıp Fransızcadan tercümeler yapıyordu.
1897 yılında Brüksel elçiliği ikinci baş katipliği görevine atanan Ali Kemal, 2. Meşrutiyet’in ilanına kadar İstanbul’a dönmedi. Meşrutiyetin ilanından 1 gün önce İstanbul’a döndükten sonra Osmanlı Ahrar Fırkasına üye oldu. Meşrutiyetin ilanından sonra Darülfunun’da siyasi tarih dersleri veren Ali Kemal koyu bir İttihat ve Terakki karşıtıydı. İttihat ve Terakki’ye o kadar muhalifti ki bu muhalifliği kendisini kurtuluş savaşında vatan hainliğine sürükleyecekti. Ali Kemal’in İttihatçılara muhalifliğinin ne derecede olduğunu anlama açısından şu cümlelerini okuyalım.
“Evet, bu memleket, hele bu çevre beş senedir İttihat ve Terakki ruhuyla yaşadı… Burada yalnız bir seda vardı: İttihat ve Terakki! Taşlar, topraklar, ovalar, denizler bu narayı tekrar eder, dururlardı” (1)
İttihat ve Terakki’yi dağlara, ovalara, denizlere bile hükmeden bir dikta yönetimi olarak gören Ali Kemal’in Kuva-yi milliye karşıtlığının altında da İttihatçı düşmanlığı yatmaktadır. Çünkü Ali Kemal’e göre Kuva-yi milliye, İttihatçıların başlattığı bir çete ve yağma hareketidir. Milli mücadele döneminde yaptığı tüm icraatlarının nedeni İttihatçılara olan kinidir.

Peyami Sabah gazetesinin 1 Mayıs 1920 tarihli sayısı
Ali Kemal’in aktif siyasi hayatı Mütareke döneminde başladı.Milli mücadele karşıtı olan Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti yönetim kurullarında görev alan Ali Kemal, ayrıca 4 Mart 1919 da kurulan 1. Damat Ferit  hükümetinde maarif nazırlığı yapmıştır. İzmir’in işgalinden sonra 19 Mayıs 1919 da kurulan 2. Damat Ferit hükümetinde ise Dahiliye nazırlığı görevine getirilmiştir ve 26 Haziran 1919 tarihinde istifa ettikten sonra vefatına kadar bir daha hükümette görev almamıştır.
Ali Kemal, Dahiliye nazırlığı görevinde sadece 1 ay kalmıştır ama neredeyse görevde kaldığı her gün kurtuluş savaşını engellemek için çalışmıştır. Milli mücadeleyi başlamadan bitirmek için tüm yetkilerini kullanan Ali Kemal 23 Haziran 1919 tarihinde yayınladığı bir genelgede şu ifadeleri kullanmıştır:
“… İşgallerden ne derece üzülürse üzülsün, hükümet bu sıralarda savaşa tutuşamaz. Bugün varlığımızı ancak siyaset yoluyla savuna biliriz. Milli ordu kurmak gibi, devletin selametine son bir darbe vurmak isteyenleri öğütle, olmazsa zorla yola getiriniz” (2)
Vatanın kurtuluşu için mücadele eden vatanseverleri susturmak için kaba kuvvet kullanmayı emreden Ali Kemal, aynı genelgede Mustafa Kemal için de şu yorumu yapmıştır:
“Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte günün siyasetini pek bilmediği için, olağanüstü sayılacak vatanseverlik ve gayretine rağmen, yeni görevinde asla başarılı olamadı… Dâhiliye nazırının kesin emri, artık o zatın görevden alınmış olduğunu bilmek, kendisi ile hiçbir resmi işleme girişmemek, hükümet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir.” (3)
Kuva-yi milliyeyi her zaman yağma hareketi olarak gören Ali Kemal için kurtuluş reçetesi işgalcilere boyun eğip onların insafına sığınmaktır. Ali Kemal için Kuva -yi milliye “Müslüman halkı boş yere kırmaktan ve bu fırsattan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka iş görmeyen emirsiz, saygısız ve kanunsuz olarak kurulan heyetler…”dir (4)
Ali Kemal’in aklında kurtuluş için 3 yol vardır. Birinci yol işgalcilerle iyi anlaşıp mütareke şartlarını hafifletmeye çalışmaktır. İkinci yol, mütareke şartlarını olduğu gibi kabul etmektir. Üçüncü yol savaşmaktır ama bu seçeneği çılgınlık olarak görür.
Ali Kemal için bu 3 formülden işgalcilerle iyi anlaşarak mütareke şartlarını hafifletmeye çalışmak en mantıklı yoldur. Çünkü Ali Kemal’e göre İtilaf devletleri Osmanlı devletini yok etmek istememektedir. Ona göre İtilaf devletlerinin amacı 1. Dünya savaşına girip savaşı 3 yıl uzattığımız için bizi cezalandırmaktır. Savaşı çıkaran İttihatçılar temizlendikten sonra işgalin biteceğine inanmaktadır.  28 Mayıs 1920 tarihinde Peyam-i Sabah gazetesinde yazdığı makalede yazdığı şu cümle işgali ne kadar basit değerlendirdiğini göstermektedir:
“Biz bugün yaşayabileceksek ancak patırtısız, kavgasız, sulh ve sükûnette yaşayabiliriz” (5)
Eğer işgale boyun eğersek kurtulacağımıza inanan Ali Kemal Türkleri geri bir ırk olarak görmektedir ve Türklerin ancak bir başka devletin himayesi altında yaşayabileceğini savunmaktadır. Bu yüzden gelişmiş batı devletlerinin geri kalmış Osmanlı’yı işgal etmesini haklı bulur.“Hakkı İstiklal ve Türkler” başlıklı bir makalesinde düşüncelerini şöyle açıklamıştır:
“Kendini idareye iktisaden, ilmen, siyaseten ve medeniyetten muktedir olamayan bir kavmi, haydi git istediğini yap diye başıboş bırakmanın ne terakkiye ne insaniyete hizmet olmayacağını, bilakis cihanda kargaşa ve zararları artırmanın yanı sıra asrın icaplarını idrak edememektir” (6)
Türk milletini ve Kuva-yi milliyeyi yerden yere vuran Ali Kemal, tarihin gördüğü en büyük hainlerden biri olan Damat Ferit’i ise  sözde ”başarılarından” dolayı tebrik eder. Bir makalesinde Damat Ferit için şu cümleleri yazmıştır:
“Damat Ferit Paşa arkadaşlarıyla hükümeti ele aldılar. Ahvali hariciyemizde derhal sulh emareleri görüldü: Niçin? Avrupa anladı ki evvel Türklük, Osmanlılık ve Müslümanlık âleminde büyük bir nüfuza haiz bulunan büyük hakanımız, halifemiz memleketi ve milleti hayra sevk ederek şarkta Müslüman ahaliye hizmet edebilir bir hükümdardır. İkinci olarak, Türkler, öyle bizden ve ecnebiden bazı hinoğlu hinlerin göstermek istedikleri gibi bütün milli teşkilatın ve milli teşkilat taraftarlarından ibaret değildirler. Bilakis böyleleri zorbalardır ve azınlık teşkil ederler…” (7)
Milli mücadeleyi zorbalık olarak gören ve dış siyasette batının oyuncağı olmak dışında bir şey yapamayan Damat Ferit’in dış politikasını öven Ali Kemal, Ferit Paşa hükümetinin iç siyasetteki icraatlarını da şu cümlelerle övmüştür:
“Anadolu’da ahalinin bilhassa Müslümanların malları, canları daha emindi. Hükümet kimsenin cebren parasını, iaşe vesaire kisvesiyle gasp etmiyordu. Kanun haricinde asker toplamıyor, bedeli nakdi almıyordu. Bu keyfi, örfi emirlere baş eğmeyenlerin köylerini ve hanelerini topa tutturmaya müsaade etmiyor, Kuva-yı Milliye’nin yaptığı yolsuzluklar gibi facialara asla meydan vermiyordu” (8)
Damat Ferit’i yazılarında öven Ali Kemal, tüm felaketlerin baş nedeni olarak Kuva-yi milliyecileri görmektedir. Bir yazısında Kuva-yi milliye olmasaydı neler olacağıyla ilgili şu cümleleri yazmıştır:
“İstanbul vesaire mevzu tehlikesi olmayacaktı, İzmir çoktan kurtulmuştu. Bu yangından nasibimiz ne ise kurtarabilecekti. Biz eşkıyaları tabiatımıza daha uygun bulduk, geriledik, kötüledik, yeniden bir çukura düştük” (9)
Yukarıda okuduğunuz satırlar günümüzde çok komik hatta saçma gelebilir ama kurtuluş savaşı yıllarında Ali Kemal gibi işgali çok hafife alan ve kısa sürede biteceğini düşünen insanlar vardı. Milli mücadeleye karşıt olmalarının nedenlerinden biri de buydu. Onlara göre Kuvvacılar, kendiliğinden bitecek bir işgali uzatan isyancılardı.
İşgali bu kadar hafife alan Ali Kemal için Kuva-yi milliye, İttihatçıların başlattığı bir ayaklanmadır. Kurtuluş savaşı boyunca yazılarında vatanı için savaşan insanlara ağır hakaretler etmiştir. Bir yazısında milli mücadeleciler hakkında şu cümleleri yazmıştır:
“Millet ve memleket yeniden heyecana tutuldu ya, ocak(İttihat ve Terakki) alttan alta tekraren ayaklandı, yeniden kazanı kurdu. Para var, zemin ve zaman müsait, hükümeti yeniden ele geçirmek kolaydı, Kuva-yı Milliye oyunu icad edildi” (10)
Paris’te eğitim görmüş birinin olayları ve kişileri bu kadar yanlış değerlendirmesi ilk başta şaşırtıcı gelebilir. Ancak ne kadar eğitim alırsa alsın 600 yıllık saltanata bağlılığı bir insanın zihninden ve kalbinden atması kolay bir şey değildi. Ali Kemal de bu düşünsel devrimi başaramayanlardan biriydi. Her konuya saltanatın korunması penceresinden baktığı için Damat Ferit’i vatansever, Kuva-yi milliyecileri hain olarak görmesi normaldir.
Ali Kemal’in Kuva-yi milliyeyi bir İttihatçı tertibi olarak gördüğü birçok yazısı vardır. Başka bir yazısında da milli mücadeleyi şu cümlelerle aşağılamaktadır:
“Uğursuz fırsattan(İzmir İşgali) istifade ile ortaya çıkan bu milli hareketler, bu milletin ne bağrından çıktı, ne de aklıselim irfan ve kuvvetine uygun gelirdi. Evet, bu millet İzmir felaketi gibi bir vaka ile müteessir oldu, fakat sebep ve sonuçlarını güzelce takdir ettiği o musibetin git gide devletlerce uygun görülmeyeceğini pek kuvvetli ümit ediyordu. O sebeple bu hatayı sulh ve sükûnetle adil ve hak kanunlarına dayanarak temin ettirmeye çalışıyordu. Fakat bu doğru yol öteden beri bulanık suda avlanmaya alışık olanların işine gelmiyordu. Çünkü o zaman bu suretle Türk muhitinden uzaklaştırılan o zorbalardan insaniyet, medeniyet hatta bu millet ayrı ayrı hesap soracaktı. İşte onlarda böyle bir vaziyette kalmamak için Türklüğü tekrardan Avrupa’ya karşı bir kıyıma, bir kanlı savaşa sevk eylemek çarelerini aradılar…” (11)
İzmir’in işgalini bile milli mücadelecilere bağlayan Ali Kemal, Mustafa Kemal’i itibarsızlaştırmak için birçok iftira atmıştır. Ali Kemal’e göre Kuva-yi milliye Anadolu halkına zulmeden, paralarını çalan, kızlarını kaçıran bir eşkiya çetesidir. Ali Kemal bir konuda haklıdır. Evet Anadolu halkına zulmedenler, köylerini yakanlar, kadınlara tecavüz edenler vardır ama bu vahşeti yapanlar Kuva-yi milliye değil Ali Kemal’in işgallerini haklı bulduğu Yunan ordusudur.
Kuva-yi milliyeye iftira attığı yazılarından birinde şu cümleleri yazmıştır:
”Kuva-yı Milliye zuhur edeli biçare Anadolu Türkü belaların en korkuncunu gördü, en uğursuz, en feci bir harpten henüz çıkmış, senelerden beri hayatın en acı demlerini geçirmiş iken, bir parça yaralarını saracağı sırada yeniden asker, vergi, iaşe vermeye mecbur oldu. Son yetimlerini, son akçelerini bahş eyledi… Elimizde bir kuru can kaldı dediler, o cana göz dikenler çıktı… Zorbalar evdeki hesapları çarşıya uymayınca, tehditlerini ifa edeceklerini söylüyorlar ve mümkün oldukça galebe ediyorlar” (12)
Ali Kemal’in yazılarında en çok saldırdığı kişi Mustafa Kemaldir. Dahiliye nazırlığı yaptığı günlerde başlayan saldırıları, bakanlık görevinden istifa ettikten sonra da devam etmiştir. Yazılarında Mustafa Kemal’i deli, Anadolu’da şuursuzca gezen bir serseri, Anadolu halkını aldatan bir sahtekar olarak nitelemiş ve Osmanlı dönemindeki Celali isyancılarına benzetmiştir.
Kuva-yi milliye hakkındaki düşünceleri o kadar keskindir ki başta Mustafa Kemal ve tüm komutanların soylarına dil uzatacak kadar ileri gitmiştir. Bir yazısında Mustafa Kemal ve arkadaşlarına şöyle cevap verir:
“Bu hakiki vaziyete karşı, hakiki Türklere, Türkoğlu Türklere, Osmanlılara düşen vazife nedir? Bu adamlardan yakamızı kurtarmak, şu zavallı vatanımızı bu şaibelerden arındırmak değil midir? Bu kabadayılar gitsinler Lehistan’da, Dağıstan’da, turanda, hangi devlete kafa tutacaklarsa tutsunlar, fakat bizi rahat bıraksınlar. Gölge etme başka ihsan istemez. Onlardan gelecek hayırda yok olsun, çünkü şimdiye kadar çektiklerimiz kâfidir. Bu hakikatleri nazarı ibrete alarak Anadolu Türkleri hükmü şeriata, fermanı hümayunla birleşerek bu şaklabanlara hadlerini yakında bildirirlerse anyayı ve konyayı öğretmiş olurlar” (13)
Milli mücadelenin başarılı şekilde devam etmesi bile Ali Kemal’i milli mücadeleye karşı yumuşatmaz. Kurtuluş savaşının zafere doğru gittiği günlerde Ali Kemal için milli mücadele bir çeteci hareketidir ve saltanata bağlılık her şeyden önemlidir. Bir yazısında halka şu cümlelerle seslenmiştir:
”Devlet ve milletin selameti için Kuva-yı Milliye ileri gelenlerine icap eden eden en birinci vazife mukadderatımızı, daima dediğimiz gibi hilafet ve saltanatı temsil eden bir Bab-ı Ali’ye tefviz, ederek çekilmelidir”(14)
Ali Kemal, milli mücadeleye hak ettiği değeri anca İzmir’in kurtuluşundan sonra vermiştir. 10 Eylül 1922 tarihinde yazdığı son yazısında Kuva-yi milliye hakkında şu cümleleri yazar:
“Gayeler birdi ve birdir… İtiraf etmeliyiz ki Anadolu’nun son zaferleri, kuvvetimize, kılıcımıza dayanarak hayat hakkını kazanma görüşünün gerçekleştiğini gösterir gibi” (15)
Geç olsa da yanlış yaptığını anlamıştır ama iş işten geçmiştir. İstanbul sokakları ”Kahrolsun Ali Kemal” sloganlarıyla inlemektedir. Sonunda ise İstanbul’da bir berber dükkanında traş olurken tutuklanarak İzmit’e götürülür ve İzmit’te linç edilerek öldürülür.
Ali Kemal’in tutuklandıktan sonra sorgusundaki son sözleri tarihe ibret olarak geçecek niteliktedir. Kurtuluş savaşının amansız muhalifi Ali Kemal, son sözlerinde kendini şu cümlelerle affettirmeye çalışmıştır:
“Bu davanın muvaffak olacağını hiç tahmin etmiyordum. Muvaffakıyetsizlik halinde ise, büyük devletleri daha ziyade şiddete sevk ederek vatanın tamamıyla harap olmasına sebep olunacaktı… Ben, Türk milletinde bu kadar büyük yaşama gayreti ve mücadele ruhu mevcut olduğunu bilmiyordum. Bu bilgisizliğimden dolayı mazur görülmeliyim. Çünkü hayatımın büyük kısmı Avrupa’da geçmiştir. Türk Milletini tanımıyormuşum, tanıyamamışım” (16)
Kurtuluş savaşının en büyük muhaliflerinden biri olan Ali Kemal’in hayatı herkese ibret olacak bir hayat hikayesidir. Belki yazılarında samimi olabilirdi. Kurtuluş savaşına muhalif olmak için kimseden emir almamışta olabilirdi ama yazdıkları onu tarihe vatan haini olarak geçmesini engelleyemedi. Çünkü Türk milletini tanımıyordu, bağımsızlık için savaşacak cesareti ve inancı yoktu.
Falih Rıfkı Atay, Ali Kemal hakkında şu yorumu yapmıştır:
“Ali Kemal, o kadar Türk halli iken, Türkçülüğe karşıydı. Satılmış bir adam değilse de kaybolmuş bir adamdı” (17)
Falih Rıfkı’nın sözleri Ali Kemal için doğru bir tespittir. Ali Kemal, günümüze göre kıyaslarsak satılmış bir adam değildi ama Türklüğünü unutan, Türk milletini tanımayan kaybolmuş bir adamdı
TIBBIYELİ HİKMET
KAYNAKLAR
1- Sabah, 19 Ocak 1919
2- Kazım Özalp, Milli Mücadele (1919-1922), I, TTK, Ankara, 1998, s. 33; Sarıhan, s. 328; Akşin, s. 346
3- Mustafa Kemal Atatürk, *Nutuk*, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2000, s. 25
4- Nutuk s.25
5- Peyam-ı Sabah, 28 Mayıs 1920
6- Sabah, 12 Şubat 1919
7- Peyam-ı Sabah, 23 Nisan 1920
8- Peyam-ı Sabah, 10 Mart 1920
9- Peyam-ı Sabah, 19 Ocak 1920
10- Peyam-ı Sabah, 19 Ocak 1920
11- Peyam-ı Sabah, 4 Mart 1920
12- Peyam-ı Sabah, 23 Mart 1920
13- Peyam-ı Sabah, 13 Nisan 1920
14- Peyam-ı Sabah, 28 Ağustos 1922
15- Peyam-ı Sabah, 10 Eylül 1922
16- Rahmi Apak, *Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları*, TTK, Ankara, 1988, s. 263
17- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Kıral Matbaası, İstanbul, 1984, s.139

Bir Cevap Yazın

Pin It on Pinterest