Tarih

Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması ve Osmanlı'nın Bektaşi Düşmanlığı

BU YAZIYA PUAN VER

111
Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı konularından biri tekke ve zaviyelerin kapatılmasıdır. Osmanlı’nın kuruluşunda önemli rol oynayan, imparatorluğun altın çağlarında önemli  ilim adamlarını yetiştiren tekkeler, imparatorluğun yıkılma döneminde ise devleti içten çürüten bir mikrop haline gelmiştir. 16. yüzyılın sonlarından itibaren tamamen nakilci bir din anlayışını benimseyen tekke ve zaviyeler, gerçek hayattan koparak imparatorluğun ,sosyal hayatındaki aktif görevlerini eskisi gibi yerine getirememişlerdir. Bu yüzden tekkeler, imparatorluğun gerileme ve yıkılış dönemlerinde tamamen ahireti düşünen, dünyadan kopuk, her yeniliğe karşı yobaz kurumlara dönüşmüştür
İmparatorluğun son döneminde dünyaya gelen ve dinci yobazlığın bir imparatorluğu nasıl yıktığına şahit olan Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından sonra her şeyden önce dinci yobazlıkla mücadele etmiş, halkın aklını yüzyıllarca esir alan bağnazlığı milletin aklından ve vicdanından söküp atmak istemiştir. Bu nedenle akıldan, bilimden tamamen uzak tekke ve zaviyelerin, akıl ve bilimi tek doğru yol kabul eden yeni Türkiye Cumhuriyet’inde yeri olamazdı ve 30 Kasım 1925’te çıkan 677 sayılı kanun ile tekke ve zaviyeler kapatıldı.
Bugün tekke ve zaviyelerin kapatılması, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı, ikinci Cumhuriyetçi sözde tarihçiler tarafından islam düşmanlığı olarak anlatılmaktadır. Sözde Atatürk, koyu bir islam düşmanı olduğu için tekke ve zaviyeleri kapatmış, ne kadar ilim sahibi alim hoca varsa idam ettirmiş, islamı yok etmiş… Bu saçma iddiayı yıllardır tekrarlayanlara Osmanlı’nın Bektaşi tarikatlarını nasıl kapattığını, Bektaşilere nasıl zulümler yaşattığını anlatmak istiyorum. Günümüzün moda deyimiyle tarihle yüzleşmeye davet ediyorum. Hep Cumhuriyet tarihiyle yüzleşecek değiliz ya biraz da Osmanlı tarihiyle yüzleşelim ne dersiniz? İşte tüm ayrıntılarıyla Osmanlı’nın Bektaşi tekkelerini kapatması ve Bektaşilere yaşattığı zulüm…
Bektaşilik, temellerini Hacı Bektaşi Veli’nin attığı islamın tasavvuf ekollerinden biridir. Hacı Bektaşi’nin hayatıyla ilgili yazılan ilk eser ölümünün üzerinden 200 yıl sonra yazılan Vilayetnamelerdir. Bu nedenle Hacı Bektaşi Veli’nin kim olduğu, nerede, ne zaman dünyaya geldiği hakkında kesin bilgiler yoktur fakat rivayetlere göre 1210 yılında Nişabur’da doğmuş, 1270 yılında Sulucakarahöyük’te vefat etmiştir. Menakıbnameler, Hacı Bektaşi Veli’nin soyunu Hz. Ali’ye dayandırsa da bu bilgi doğru değildir. Dönemin ruhuna uygun olarak Hacı Bektaşi Veli’yi yüceltme isteğinden dolayı soyu Hz. Ali’ye dayandırılmıştır
1
Hacı Bektaşi Veli
Osmanlı tarihinin temel kaynaklarından biri kabul edilen Aşıkpaşazade, Hacı Bektaşi Veli’nin Anadolu’ya gelişini ve hayatını şöyle anlatmaktadır :
“Hacı Bektaş Horasan’dan kalktı. Bir kardeşi vardı, Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar. Anadolu’ya gelmeye heves ettiler. Evvela doğru Sivas’a geldiler. O zamanda Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteğiyle gelmişler…. Bu Hacı Bektaş, kardeşiyle Sivas’a, Sivas’tan Baba İlyas’a geldiler. Oradan Kırşehir’e, Kırşehir’den Kayseri’ye geldiler. Menteş yine memleketine yöneldi.Hacı Bektaş kardeşini Kayseri’den gönderdi. Vardı, Sivas’a çıktı.Oraya varınca eceli yetişti. Onu şehid ettiler.”(Aşıkpaşazade,  Aşıkpaşaoğlu Tarihi.İstanbul 1992 M.E.B. Yayınları s.164)
1
Hacı Bektaşi Veli Heykeli 
Bektaşilik adını Hacı Bektaşi Veli’den almışsa da Bektaşi tarikatı onun yaşadığı dönemde kurulmamıştır. Bugün Bektaşilik dediğimiz tarikat Hacı Bektaşi Veli’nin ölümünden sonra Balım Sultan’ın Sulucakarahöyük’e gelene kadar geçen dönemde Anadolu’da yaşayan Rum abdalları tarafından kurulmuştur. Babailik, Vefailik, Kalenderilik, Haydarilik gibi dini unsurlar ile islam öncesi kültürün sentezi sonucunda günümüzdeki bektaşiliğin temelleri atılmıştır. Bazı görüşlere göre Hacı Bektaşi Veli’nin yaşadığı dönem orjinal bektaşilik olarak nitelendirilse de tarihi açıdan değerlendirildiğinde bu tez doğru değildir.
Osmanlının Kuruluşunda Bektaşilik
Bektaşilik ile Osmanlı arasındaki ilişki imparatorluğun kuruluş dönemine kadar dayanır. Osmanlı kurulduğunda sanıldığı gibi bir şeriat devleti değildi. Bu nedenle devletin kuruluşunda Anadolu’daki dini tarikatler ile Osmanlı beyleri arasında uyumlu bir ilişki olmuştur ve ilk Osmanlı sultanları, Rum abdalları da denilen Bektaşi dervişleriyle iyi geçinmişlerdir ve zaman içinde Bektaşilik, Osmanlı’da önemli bir mevki kazanmıştır. Özellikle 14. yüzyılın ikinci yarısından sonra ve 15. yüzyılda Rumeli fetihlerinde bu bölgelerin islamlaştırılmasında kolonizatör Türk dervişleri de denilen  Bektaşi dervişlerinin önemli rolü olmuştur ve yaptıkları hizmetler karşılığında kendilerine tekke ve zaviyeler açılıp köyler bağışlanmıştır. Bu dönem tarihçiler tarafından ”Osmanlı’nın sünnileşmediği dönem” olarak adlandırılmaktadır.
Bektaşilik ve Yeniçeri Ocağı İlişkisi
Bektaşi tarikatının itibar kazanmasının diğer nedeni ise Yeniçeri ocağı ile Bektaşilik arasındaki ilişkidir. 1362 yılında 1. Murat’ın kurduğu Yeniçeri ocağı, 15, yüzyıldan , ocağın lağv edilmesine kadar bektaşi tarikatına bağlı kalmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri yeniçeri ocağının Hristiyan devşirmelerden oluştuğu için sünniliğe göre daha yumuşak olan bektaşiliği kendilerine daha yakın hissetmeleridir. Yeniçeri ocağında bir çok Bektaşi özelliğine rastlamak mümkündür. Örneğin Ocağa, ‘Ocağ-ı Bektaşiyan’; Yeniçerilere, ‘taife-i Bektaşiye’, ‘Gürüh-u Bektaşiye’, ‘Zümre-i Bektaşiyan’; Ocak ağalarına ‘rical-i dudman-ı Bektaşiye’; Ocaktaki Çorbacılara ‘Sanadid-i Bektaşiyan’, ‘Ağayan- ı Bektaşiyan’ denilmektedir.
111
1657 yılından önce bir yeniçeri
Yeniçerilerin savaşa giderken, savaş sırasında ve sonrasında çektikleri gülbank, Bektaşiliğin ocak üzerindeki etkisini net bir şekilde göstermektedir. Çünkü yeniçerilerin çektiği gülbank ile Bektaşilerin gülbankı aynıdır. Yeniçerilerin savaş sırasında çektiği gülbank şöyledir :
“Allah Allah Eyvallah / Baş uryan, sine puryan, kılıç al kan / Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran / Eyvallah… Eyvallah / Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan / Kulluğumuz padişaha ayan /
Üçler, yediler, kırklar / Gülbankı Muhammed, Nuri Nebi, Keremi Ali / Pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş Veli / Demine devranına hu diyelim /Hu (Burhan Kocadağ – Alevi Bektaşi Tarihi Can Yayınları 1996 s.78)
 
Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması
Yeniçeri Ocağı ile Bektaşi tarikatı arasındaki ilişki, bektaşi tekkelerinin kapatılmasında önemli etkenlerden biri olmuştur. Yeniçeri ocağının kanlı bir şekilde kaldırılmasından sonra Bektaşi tekkeleri de yeniçerilerle aynı kabul ederek zararlı görülmüş, islam dışı, sapık, zındık bir tarikat olarak nitelendirilmiştir. Bektaşiliğe yöneltilen suçlamalardan bazıları şunlardır: namaz kılmamak, oruç tutmamak, içki içmek, Hz. Ali’yi tek halife bilerek, Hz. Osman ve Hz. Ömer’e hakaret etmek, halkı doğru yoldan saptırmak…
Dönemin ünlü devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşa Bektaşiliği şöyle tanımlamaktadır :
“Bektaşiler, Peygamberlik iddiasından sonra karışıklığa yatkın olan halkın kalbini çelip kötülüklere sürüklediler. Özellikle cahil insanlara ve yeniçerilere sokulup işledikleri kötülüklerle onları da baştan çıkarıp isyan edecek duruma soktular. Osmanlı topraklarının her yerinde öncesi ve sonraki kanun yolu ile idam edilmeleri, devleti sevenlerin amacı idi.”(Ahmet Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet. Cilt 12 İstanbul Üçdal Neşriyat 1966 s.236)
Görüldüğü gibi bir zamanlar padişahların bile saygı duyup benimsediği Bektaşilik 19. yüzyıla gelindiğinde Cevdet Paşa’ya göre yok edilmesi, vatanseverliğin bir göreviydi. Peki ama ne oldu da bir zamanlar çok saygın kabul edilen Bektaşilik, şeytanlaştırıldı? Bunun tek nedeni, Bektaşiliğin islamdan uzaklaşması mıydı? Cevap : Tabii ki hayır. İslamdan uzaklaşma suçlaması sadece bahaneydi. Gerçek neden tamamen siyasiydi.
Bektaşilerin, Yeniçeri ocağı üzerindeki etkisi Bektaşi tekkelerin kapatılmasındaki en önemli etkendir. Çünkü, Bektaşi tekkelerinin Yeniçerileri kışkırttığı düşünülüyordu. Son Yeniçeri isyanında da Bektaşilerin destek olması, Bektaşi tekkelerinin kapatılmasında önemli etken olmuştur. Kısacası, devlet için Bektaşi tekkeleri fitne yuvasından başka bir şey değildir
8 Temmuz 1826 tarihinde Saray-ı Hümayun camisinde Bektaşi tekkelerinin durumunu görüşmek için toplantı düzenlenir. 2. Mahmut’un da izlediği toplantıya Nakşibendi, Mevlevi,Halveti,Celveti, Sadiyye gibi birçok tarikatın temsilcisi, sadrazam ve eski, yeni şeyh-ül islamlar katılmıştır. Toplantının ilginç olan yönü, toplantıya katılanların tamamının Sünni inanca mensup olmasıdır. Yani Bektaşilik hakkında karar veren kurul, Bektaşiliği zındık olarak gören sünni bir kuruldur. Böyle bir kurulun Bektaşilik hakkında ne karar vereceğini tahmin etmek zor değildir.
Toplantıda Sadrazam, tarikat temsilcilerine görüşlerini sormuş, tarikat temsilcileri Bektaşilikle alakaları olmadığı için bilgileri olmadığını söyledikten sonra Bektaşilik hakkında duydukları islam dışı faaliyetleri anlatmışlardır. Ardından şeyh-ül islam söz alarak Bektaşiliğin islam dışı olduğu hakkında bir konuşma yapmış ve toplantı sonunda Bektaşi tekkelerinin kapatılması kararı alınmıştır. Karar kısaca şöyledir :
Üsküdar ve Eyüp başta olmak üzerine 60 yıldan daha eski olan Bektaşi tekkeleri diğer tarikatlara verilecek, son 60 yılda yapılan tekkeler ise yıkılacaktır Bektaşi Baba ve müridleri ise dinsel açıdan ‘düzelmesi’ için Hadim, Birgi ve Kayseri gibi ulemanın yoğun olduğu yerlere sürgün edilecektir
Yüzyıllar boyunca devlete hizmet eden Bektaşilere reva görülen hak işte budur.
Kapatma kararından sonra hemen harekete geçilerek İstanbul tekkelerindeki Bektaşi babaları ve müritleri tutuklanarak Darphane’ye hapsedildiler.Kıncı Baba, İstanbulağasızade Ahmed Baba ve Salih Baba adındaki Bektaşi babaları idam edildi. Diğer Bektaşi babaları ise Şeyh-ül islam tarafından ”iman sınavına”tabi tutuldu. Yapılan sınav sonucunda Bektaşi babaların islamı hiç bilmediğine ve zındık olduklarına karar verildi ve her biri farklı yerlere sürgün edildi. Sürgün edilen Bektaşi babalarından bazıları ve sürgün edildikleri yerler şöyledir :
Rumelihisarı’nda Şehitlik tekkesinden Mahmud Baba ile yedi nefer müridi Kayseri’ye,
Paşalimanı tekkesindeki Ahmed Baba ve Kazlıçeşme tekkesindeki Hüseyin Baba ikişer nefer müridl eriyle Hadim’e
Karaağaç tekkesinden o tarihte aynı zamanda ‘Hacı Bektaş Vekili’ olan İbrahim Baba ile sekiz nefer müridi, Sütlüce tekkesinden Mustafa Baba ve Eyüp’te Karyağdı Tekkesinden Mustafa Baba üç nefer Bektaşi ile Birgi’ye,
Karaağaç Tekkesinde misafir olan Yusuf Baba Amasya’ya, ve diğer misafirlerden biri olan Ayıntablı Mustafa Baba Güzelhisar’a,
Kıncı Baba’nın kardeşi Mehmed Baba, Çamlıca Tekkesinden Mehmed Baba ve Merdivenköyü tekkesinden diğer Mehmed Baba dört nefer müridi ile Tire’ye (John Kingsley Birge – Bektaşilik Tarihi  (Çeviren: Reha Çamuroğlu). İstanbul: Ant Yayınları 1991 s.89)
İstanbul’daki diğer Bektaşi babaları sürgün edilmemek için Sünni taklidi yapmışlardır. İzzet Molla, Bektaşilere yapılan baskıyı şöyle dile getirmiştir:
“Ağalar eyledi cehiyme sefer / Çaldı Bektaşiler de göç borusun”(Ahmet Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet. Cilt 12 İstanbul Üçdal Neşriyat 1966 s.238)
Devletin, Bektaşi düşmanlığı öyle bir hal almıştır ki sevilmeyen, ayağı kaydırılmak istenen kişiler bile Bektaşi olmadığı halde Bektaşi olmakla suçlanmışlardır. Örneğin Beşiktaş Cemiyeti İlmiyesinde hoca olan  Melekpaşazade Abdülkadir bey,eski vakanüvis Şanizade Mehmet Ataullah Efendi ve defterdar İsmail Ferah (Ferruh) Efendi Bektaşi olmadıkları halde Bektaşilikle suçlanarak Manisa, Menemen ve Bursa’ya sürgün edilmişlerdir. Bu örneklerin dışında Bektaşi olmadığı halde sadece devlete muhalif olduğu için Şabçı Yahudi adındaki bir sarraf, Bektaşilikle suçlanıp idam edilmiş, sonra da mallarına el konulmuştur.
Bektaşi düşmanlığı zaman içinde hastalık halini almıştır. Sadece isimlerinin sonunda ”baba” ifadesi geçtiği için  Halep’teki Bayram Baba Tekkesi kapatılmış, ancak daha sonra bu tekkenin Halvetiye tekkesi olduğu anlaşılınca tekrar açılmıştır.
İstanbul’daki Bektaşi tekkeleri, devletin baskısı altında her gün ezilirken 2. Mahmud Rumeli’deki Bektaşi tekkelerinin yıktırma kararı almıştır ve Hacı Ali bey ile Pirlepeli Ali ağayı görevlendirmiştir.Anadolu’daki tekkelerin yıkılması görevi ise Cebecibaşı Ali Ağa ve müderrislerden Çerkeşi Mehmed Efendi’ye 1 Ağustos 1826 tarihinde verilmiştir. (Bknz : İsmail Hakkı Uzunçarşılı Kapıkulu Ocakları Ankara TTK Yayınları 1988 s.572)
2. Mahmud bir yandan Bektaşi tekkelerini yıktırma kararı alırken diğer yandan Bektaşi tekkelerini Nakşibendiliğe dönüştürmeye çalışmıştır. Örneğin 1827 yılında Hacı Bektaşi Veli vakfını Nakşibendi tarikatı esaslarına göre yönetmesi şartıyla Bektaşi babası Hamdullah Efendi’nin yerine kardeşi Veliyüddin efendiyi verdiği şu beratla görevlendirmiştir :
“… kötünün ortadan kaldırılmasıyla Nakşibendi Tarikatı usulü yerine getirilmek koşuluyla adı geçen kardeş Seyyid Veliyüddin’e ………………..  görev belgesi gereğince bu beratı verdim” (Baki Öz- Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri. İstanbul: Can Yayınları 1997 s.93)
2. Mahmud Bektaşiliğin kökünü kazımaya kararlıdır ve Bektaşi tekkelerinin kapatılmasında gevşek davranıldığını düşünmektedir. Sadrazama verdiği emirdeki üslubunun sertliği Bektaşilere ne kadar düşman olduğunu açıkça göstermektedir:
“… Şöyle böyle denilerek bunların yerine getirilmesi pek gecikti.. Denetçileri görevden uzaklaştırasın. Birçok yasaların uygulanmasına izin vermeme karşın, yine yüzüstü bırakılıyor. Her ne kadar işler çoksa da, birine bir düzen verilmeden başkalarına başlanıyor, işler arapsaçına döndüğünden bir kat daha zorlaşıyor. Zecriye maddesi nasıl oldu?… her biri hizmet beğendireyim diyerek işleri birbirine dolaştırıyorlar. Şimdiye kadar bir şey söylenmediğinden aşırıya gitmeye başladılar. Sonunda kızacağımı düşünmüyorlar mı?… Sonra şöyle oldu, böyle oldu sözlerini dinlemem. (Baki Öz- Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri. İstanbul: Can Yayınları 1997 s.94)
Sadrazam Selim Paşa, Şeyh-ül islam yüzünden görevin ağır yürütüldüğünü söyleyerek şeyh-ül islamın da görevlendirilmesini ister. Bunun üzerine padişah şu fermanla Şeyh-ül islamı da görevlendirir :
”Benim vezirim… Bektaşilerin, tarikat şeyhleri, Kuran hocaları ve şeriat memurları, mahalle imamları gibi yansız kişilerden oluşan inceleme-araştırma kurulları yoluyla durum incelenerek baskı ve korumanın dışında tutularak, haklarında şeri yasalar neyi gerektiriyorsa onu uygulayarak, yoksul-zengin ayrımı yapılmaksızın hangi sınıftan olursa olsun eşit tutularak, şu Bektaşi fesadı maddesinin ehli sünnet arasından tümüyle temizlemek için şeyhülislamlığın bu işi üstlenmesi buyruğumuzdur. Bu Bektaşilik fesadının Muhammed ümmedi arasından kaldırılmasına birlikte çaba ve özen gösteriniz.”(Baki Öz- Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri. İstanbul: Can Yayınları 1997 s.91)
Padişahın bu sert fermanından sonra Anadolu ve Rumelideki bir çok Bektaşi tekkesi kapatılmış, Bektaşi Babaları sürgün ya da idam edilmiş ve Bektaşi tekkelerinin mallarına el konulmuştur. Sadece 1826 yılında kapatılan Bektaşi tekkelerinin isimleri şunlardır :
Anadolu da kapatılan Bektaşi Tekkeleri :  Haydar Baba Tekkesi, Yatağan Baba Tekkesi, Hazma Baba Dergahı, Ayn-i Ali BabaTekkesi, Niyazi Baba Tekkesi, Cafer Baba Tekkesi, İnci Baba Tekkesi;
İstanbul’da kapatılan Bektaşi Tekkeleri : Şahkulu Sultan Dergahı, Karaağaç Tekkesi, Karyağdı Tekkesi, Perişan Baba Tekkesi, Şehitlik Tekkesi, Akbaba Tekkesi, İvaz Fakih Baba Tekkesi, Bademli Tekkesi, Yarımca Baba Tekkesi, Ağlamış Baba Tekkesi,
 Rumeli’de kapatılan Bektaşi Tekkeleri : Pınarhisar Tekkesi, Demir Baba Tekkesi, Seyyid Ali (Kızıl Deli) Sultan Dergahı, Kesriye Tekkesi, Vodorina Tekkesi, Velikiot Tekkesi, Kuç Tekkesi, Hıdır Baba Tekkesi; Mısır: Kaygusuz Abdal tekkesi, Kasr-ı Ayn Tekkesi (Frederick William Hasluck – Anadolu ve Balkanlarda Bektaşilik İstanbul 1995 Ant Yayınları)
2. Mahmud’un indirdiği bu darbeden sonra Bektaşiler, gizlenme yolunu tercih etmişlerdir. Ahmet Cevdet Paşa’nın anlattığına göre idam edilenler ve sürgüne yollananlar dışında kalanlar sünni inanca bağlılıklarını bildirmişler fakat tutum ve davranışları bakımından yalan söylemektedir. Paşa’ya göre ortada Bektaşi kıyafetiyle dolaşan kimse kalmamıştır. Çünkü Bektaşiler, mücadelelerini sürdürebilmek için takiye yolunu seçmişler, sünni gibi görünmüşlerdir.
Devletin yoğun baskısından kurtularak özgürce inancını yaşamak isteyen Bektaşiler ise devletin merkezinden uzak olan Arnavutluk’u merkez olarak seçmişlerdir. Arnavutluk dışında Bosna, Yunanistan, Yanya ve Girit, Bektaşilerin inançlarını yaşamak için seçtikleri diğer yerlerdir.
22
Arnavutluk’taki Hacı Bektaşi Veli Heykeli
Yüzyıllardır devlete hizmet ettikten sonra idam ve sürgünlerle cezalandırılan, mezar taşları bile tahrip edilen, mallarına el konulan Bektaşiliğe yapılan bu haksız uygulamaları bugün eleştiren bir Osmanlıcı, Atatürk düşmanı yazar var mı? Onlara göre 2. Mahmud Bektaşiliğe yaptığı zulümde sonuna kadar haklıdır. Çünkü bugün bile Bektaşilik dinsizlik olarak görülmektedir. Aradan yaklaşık 200 yıl geçmesine rağmen Bektaşiler Divan yolundaki 2. Mahmud türbesinin önünden geçerken tükürüp lanet okurlar. Sizce bu nefretin haklı bir nedeni yok mudur? Bu yüzden Atatürk’ü tekke ve zaviyeleri kapattığı için dinsizlikle suçlayanlar önce 2. Mahmud’un kapattığı Bektaşi tekkeleriyle, idam ettiği Bektaşi babalarıyla ve Bektaşilere yapılan tüm zulümlerle yüzleşmek zorundadırlar
TIBBIYELİ HİKMET

One thought on “Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması ve Osmanlı'nın Bektaşi Düşmanlığı

  • Bekir Yen

    Yeniçeri Ordusu’nun hoşuna gitmeyen her olayda padişahı ve yönetimi tehdit etmesi, icab ettiği düşünüldüğünde padişahları ve vezirleri tahttan indirmeleri, bunlara mukabil 1826’da ortadan kaldırılışı (Vaka-ı Hayriye) konusuna değinmeden Bektaşi tekkelerinin kapatılmasını açıklayamazsınız. Bu halde bu makale eksiktir, ve yönlendiricidir.
    Bektaşi tekkelerinin kaldırılmasındaki asıl sebep ise Yeniçeri Ocağının tekrar bir araya gelmesini engellemektir.
    Vakayı Sünni-Bektaşi ayrımı olarak değerlendirmek yanlış olucaktır.

    Yanıtla

Bir Cevap Yazın

Pin It on Pinterest