Tarih

”Atatürk Filistin Cephesinde Esir Düştü” Yalanı

BU YAZIYA PUAN VER

ahmet-izzet-pasa-ve-subay-arkadaslari-ile-halep-te-1917
 
Tarihçiliği insanlara gerçekleri anlatmak yerine menfaat ve kazanç sağlamak için yapanlar gün geçmiyor  ki yeni bir tarihsel yalan uydurmasın. Genelde hiçbir mantığı ve sağlam dayanakları olmayan, tamamen toplum mühendisliği amacı güden, insanların zihninde farklı algı yaratmaya çalışan uyduruk iddiaları sistemli bir şekilde sırayla servis ediyorlar. Maalesef tarih kültürü zayıf, hayatı boyunca tek bir tarih kitabı bile okumayan insanlar bu yalanları gerçek sanarak, gerçekte bir lise öğrencisinin tarih bilgisinden bile yoksun insanlara sözde ”gizli gerçekleri açıklayan” tarihçi gözüyle bakıp prim yaptırıyorlar.
Bu konuda son yıllarda hepinizin bildiği bir yazar var. Yıllardır Kadir Mısıroğlu ve Necip Fazıl gibi tarih yalancılarının söylediği yalanlarını ısıtıp ııtıp milletin önüne ”gizli gerçekleri” bulmuş gibi koyan bu sahtekarın artık adını yazmak istemiyorum. Tarihle az çok ilgilenenler kimden bahsettiğimi anlamıştır. Her gün yeni bir yalan uydurmak için masa başında kafa patlatan, canı sıkıldığında bilgisayar başına oturup ”Google” dan gizli belgeler bulan ve bulduğu gizli belgeleri twitter hesabından yayınlayan sözde süper tarihçimiz yeni bir gizli gerçeği daha ortaya çıkardı. Efendim iddiaya göre Atatürk Filistin cephesinde esir düşmüş, bin altın vererek kurtulmuş, resmi tarih bunu gizliyormuş ve daha bunun gibi bir çok saçmalık. Şimdi süper tarihçimizin yazısına biraz bakalım.
Tüm yazılarında olduğu gibi bu yazısında da aynı taktiği uygulayarak ”Atatürk’ü resmi tarihin kahraman ilan ettiğini” ifade ederek algı operasyonuna başlıyor.
”İtiraf etmek zor gelse de Tek Adam’ı parlatmak adına yapılan tarihi mıncıklama operasyonuna artık son verilmeli ve yenilgilerimizin tarihi de adam gibi yazılmalıdır. Maziden alacağımız dersler yere düştüğümüz noktaları iyice tanımaktan geçer de ondan. 40 günde Osmanlı Devleti’ni çökerten Filistin-Suriye yenilgisinin hazin hikâyesi henüz yazılmamıştır. Bazı sarsıcı sahneleri ise hemen hiç…”
Atatürk’ü resmi tarih parlatmışsa şunu sormak gerekiyor. Atatürk’ün kazandığı harp madalyalarını Cumhuriyet mi verdi? 2 kez ”üstün hizmet madalyası” kabul edilen ”İmtiyaz madalyasını” kendisinden hiç hoşlanmayan Enver Paşa’nın iktidarda olduğu dönemde kazan masını hangi parlatmayla açıklayabilirsiniz? Cevap… Her zaman ki gibi yok. Neyse devam edelim. Yazıya ”resmi tarih yalan söylüyor” diyerek başlayan yazarımız yazının devamında şunları söylüyor:
”Belgeyi vermeyince vatanı mı kurtarmış oluyorsunuz? Yeter artık, milleti ergen çocuk yerine koyduğunuz! Sakladığınız belgedeki hadiseyi onu bizzat yaşamış olan Mustafa Kemal Paşa kendi ağzıyla anlatıyor. O saklamamış 1926’da, açıkça anlatmış ama sizler 2010’lu yıllarda korumaya almışsınız! Bu nasıl bir zihniyet?”
Ne kadar sert bir giriş değil mi? Yeter artık verin şu belgeyi gerçekleri gizlemeyin. Farklı algı yaratmak için mükemmel bir vurgu… Hem Atatürk bile esir oldum demiş  niye gizliyorsunuz diyerek yazısını bir kat daha kuvvetlendiriyor. Atatürk bile söylemişse şu belgeyi vermek lazım değil mi? Ne kadar ayıp.. Peki ama gerçekten böyle bir belge var mı? Atatürk ben esir düştüm demiş miydi? Yazıya devam edelim. Bakalım Atatürk nasıl ben esir düştüm demiş
”Gazi’nin, Mahmut Soydan ile Falih Rıfkı Atay’a 1926’da anlatıp aynı tarihte “Milliyet” ile “Hakimiyet-i Milliye” gazetelerinde beraber yayımlanan hatıraları. Ben Atay’ın İş Bankası Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Hatıraları” (1965) kitabından aktarıyorum (s. 69-70). Olayın kahramanı anlatıyor:
“Halep’in şark cephesinin işgal olunduğuna dair karışık bir haber geldi. Yakın bir tehlikeyi gösteren bu haberin doğru olup olmadığını anlamak için bizzat o tarafa gitmeyi tercih ettim. Otomobilde (Suriye Valisi) Tahsin Bey, yaverim Cevad Abbas Bey vardı. Şehrin şark girişinde bir kalabalığın içine daldık. Bunlar asker kıyafetini taşıyan urban ve bedevilerdi. Esir olmuştuk.”
Aha işte süper tarihçimiz ispatladı. Atatürk ”Esir olmuştuk” demiş. Eee o zaman neden Atatürk esir düşmedi diyorsun diyeceksiniz biliyorum. Birazdan açıklayacağım. Bakmak ile görmek aynı şey değildir. Gerçekleri yazmadan önce yazıya devam edelim Atatürk esaretten bakın nasıl kurtulmuş
“Sordum: ‘Benden ne istiyorsunuz?’ ‘Şimdilik bin altın, silâh, cephane’ dedi. Bin altını o akşam verdim, silâh ve cephane için vaat ettim.”
Esir olmuştuk… Bin altını verdim…
Gerçekten mükemmel bir cımbızlama. ”Esir olmuştuk” ve ”bin altın verdim”. Sonuç : ”Atatürk esir düştü bin altın verdi kurtuldu aslında Atatürk öyle büyük bir asker değildi’. Şimdi gerçeklere geçebiliriz. Atatürk ”esir olmuştuk” derken gerçekten esir düştüğünü mü ifade ediyordu ? Yazarın bahsettiği kitapta söz konusu paragraf şu şekilde başlar.   
Yatağımdan kalktığım gün, karargâhım olan Baron Oteli ’ne gittim. Otelde oturuyordum. Yanımda Suriye Valisi Fahri Süvari Binbaşı Tahsin Bey vardı. Halep’in şark cephesinin işgal olunduğuna dair karışık bir haber geldi. Yakın bir tehlikeyi gösteren bu haberin doğru olup olmadığını anlamak için, bizzat o tarafa gitmeyi tercih ettim. Otomobilde Tahsin Bey, yaverim Cevat Abbas Bey vardı (Falih Rıfkı Atay- Atatürk’ün Bana Anlattıkları s.67)
Atatürk söz konusu olayda otelden çıkmış ve yaveriyle beraber Halep’in doğusuna doğru gitmektedir. Yani cephede ya da savaşın ortasında değildir. Atatürk neler yaşadığını anlatmaya devam etmiştir :
Şehrin şark girişinde bir kalabalığın içine daldık. Bunlar asker kıyafetini taşıyan urban ve bedevilerdi. Esir olmuştuk. Yanımda kuvvet olarak bir tek nefer yoktu. Bedeviler otomobilin etrafını sardılar ve her tarafına yüklendiler (Falih Rıfkı Atay- Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 80)
Görüldüğü gibi Atatürk’ün ”esir düşmüştük” sözünden kastettiği ”arabasının çevresinin bedeviler tarafından sarılmasıdır”. Yani o an yaşadığı durumun ifadesidir. Askeri anlamda esir düşmek değildir.Yazıda bu kısmı okuyabildiniz mi? Okuyamazsınız.  Hele biraz sonra yazacağım bölümü hiç okuyamazsınız. Atatürk’ü dinlemeye devam edelim
Tehacümü görünce şoföre: Dur! Emrini verdim. Elimde Tahsin Bey’in verdiği kırbaçla ayağa kalkarak, onlara anlayabileceği lisanla sordum:
– Reisiniz nerededir?
Cevap verdiler:
-Hepimiz reisiz!
Derhal karar vermek lazımdı; kırbaçla vurmağa başlayarak: Çekilin! Diye bağırdım. Gayr-i ihtiyari çekildiler; emrettim:
-Çabuk reisiniz karşıma gelsin!
Reisleri geldi; ona dedim ki:
-Ben sizin yardım ettiğiniz vaziyeti galebe çaldım; herkes mağlubdur. Fakat sizin iştirakinizi de mazur görüyorum; bu akşam yanıma geliniz; sizinle görüşeceklerim var.
-Emredersiniz dedi ve uzaklaştı(Falih Rıfkı Atay- Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 80)
Esir düşen Atatürk arabasının içinde ayağa kalkıp kırbaçla vuruyor , bedevilere Ben sizin yardım ettiğiniz vaziyeti galebe çaldım; herkes mağlubdur. Fakat sizin iştirakinizi de mazur görüyorum; bu akşam yanıma geliniz; sizinle görüşeceklerim var. diyor ve bedeviler bu sözün üzerine ”Emredersiniz” diyerek uzaklaşıyor. Bu nasıl esaret? Esir olan kendisini esir alanlara emir verebilir mi? ya da şöyle sorayım. Bir kişiyi esir alanlar, esir aldıkları kişiden emir alır mı?. Bakın yazının bu kısmını yazarımız nasıl ustalıkla atlıyor ve görmezden geliyor
”Esir düştüğünü itiraf eden Mustafa Kemal Paşa, eline bir kırbaç aldığını ve kalabalığa “Reisiniz kimdir? Çağırın” diye bağırdığını söyler. Bulunan reisten o akşam odasına gelmesini ister”
İşte tarihi istediği gibi göstermeye çalışan bir tarih yalancısının tarihi nasıl çarpıttığını görüyorsunuz. Sadece bu kadarla kalsa iyi… Atatürk’ün anılarında daha neleri kırpıyor iyi okuyun
”Ertesi gün, yine rahatsız olarak karargahta uzanmış yatıyordum. Bir aralık Halep şehrinin içinde bir ateş koptu; balkona çıkıp sokağa baktım: Herkes heyecan içindedir ve bir kalabalık otele hücum halindedir; herkes bana doğru geliyor… vaziyeti kavradım; kırbacımla evvela kalabalığı otel haricine çıkardım. Alt kattaki taraçaya indiğim vakit, Halep kumandanı heyecandan okuyamadığı bir raporu bana tevdi etti; sükunetle okudum. Rapordan anlaşılıyordu ki, Halep hücuma maruz kalmıştı.
Bulunduğum otelin kapısından sağa saparak yüründüğü zaman bir dörtyol ağzına tesadüf olunur, o noktaya kadar geldim. Bütün yolları tutturmuştum; düşman tayyaresinden atılan bombalara bazı damlardan atılan bombalar inzimam ediyordu. Bu beni güldürdü. Çünkü ben Haleb’i muhafaza etmeği düşünüyordum
“Akşam vakti idi; bulunduğum yerden ilerde, birçok adamların yere serildiğini görüyordum; bunlar, beni yalnız sanarak hücum eden zavallılardı. Ben Halep şehrinde tam deyimiyle bir sokak harbi yönettim. Saldıranlar, tamamen yenilmiş ve bozguna uğramış olarak atıldılar ve kovalandılar şehirde duruma tamamen hakim olduk ve sükunet kuruldu”(Falih Rıfkı Atay- Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 81-82)
 
Yazısının başından beri Atatürk’ün Filistin cephesinde ezildiğini, yenildiğini, aciz düştüğünü insanların zihnine yerleştirmeye çalışan tarih yalancısı bu satırlar için ne diyecek? Hani Atatürk Filistin’de esir düşmüştü yenilmişti?  Atatürk’ün anılarına devam edelim.
“Akşam yaklaşmıştı. Sokak harbini yönettiğim noktanın yakınında şoför bekliyordu, işaret ettim, bulunduğum noktaya yaklaştı. Otomobile binmeden önce Halep komutanına emirlerimi ve yapacağı işleri söyledim. Söylediklerimin idinde sır olan şu noktalardı: Bu akşam, Halep ilerisindeki kuvvetleri geri çekeceğim. Yarın, Halep’in kuzeybatısında İngiliz ve Araplar’la savaşa tutuşacağım. Buna göre hareketinizi düzenleyiniz.”'(Falih Rıfkı Atay- Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 82)
Halepte sözde esir olan Atatürk 26 Ekim 1918 günü emniyeti sağladıktan sonra Bab-el Faraç’taki saat kulesinin yanında Haleplilere şehirden ayrılmadan önce şöyle seslenmiştir :
“…Askerlerimden birisine müdahale ederseniz, Halep’te taş üstünde taş; gövde üstünde baş bırakmam! İtidalinizi muhafaza ediniz. Akıbetinizin ne olacağını bilmiyorum. Sizi gene Allah’a emanet ediyorum.’ diyerek, saat kulesinin yanına gelmiş olan İngiliz generali ile vedalaştı. Atına bindi ve askerleri ile beraber muntazam bir şekilde aynı emniyet tertibatı altında Sebil mevkiindeki karargaha doğru şehirden çekilirken hain bir kurşun patladı. Derhal Türk mitralyözleri cevap verdiler. İngiliz Kolonel vurularak yerlere yuvarlandı. Artık kimse Türk’le şaka yapılamayacağını anlamıştı. Sebil karargahına çekilen askerin karşısındaki Alman kışlasını İngilizler işgal etmişlerdi. Türkler onun etrafını çevirdiler ve İngilizler’e; Eğer bir daha kurşun sıkarlarsa kışlayı olduğu gibi uçuracaklarını bildirdiler. Öldürülen İngiliz Koloneli için de özür dilediler. Bu hadise istenmeyerek olmuştu.”(Edip Kızıldağlı. Atatürk’ün Halepliler’e Son İhtarı”, Son Haber (28 Ocak 1960), Antakya, 1960)
Şimdi tarih sahtekarları şunu diyecek. ”Eee Atatürk anılarında yenilgisini zafer gibi göstermiş olamaz mı?” Bunu bildiğim için 26 Ekim günü kazanılan zaferi bir de başka kaynaklardan okuyalım.  Atatürk’ün yattığı hastanede savaş boyunca hemşirelik yapan İngiliz hemşirelerden biri 26 Ekim günü yaşananları şu şekilde anlatmaktadır :
“Sabahın saat altısında silah sesleri şehrin her yanını sarmıştı. Gökten sanki kurşun yağıyordu. Değil sokağa, balkona bile çıkmaya imkan yoktu. Araplar sokakları tutmuş, rasgele ateş ediyorlardı. Evlerin çoğunu yağma eden Araplar kapkacağa kadar ne bulurlarsa alıp götürüyorlardı. Karşımızdaki bir eve saldırıp girdiklerini ve ele geçirdikleri yatak, yastık gibi her türlü eşyayı atlarına yükleyip götürdüklerini gözümüzle gördük. Saat sekiz olunca bizim ordunun önünden gelen Hicazlı Arap birlikleri bağırıp şarkılar söyleyerek şehre girdiler. Atlarını dört nala sürüyor ve tüfeklerini, kılıçlarını, bayraklarını havada sallıyorlardı. İngilizlerin de uzakta olmadığını biliyorduk. Saat dokuzda başı miğferli askerlerimizin zırhlı arabalarla şehre girişlerini görerek sevindik. Şükran duygularımız içimizden taşıyordu. Dışarıdakilerin alkışları ve yaşa sesleri arasında kendi bayrağımızı çektik. Hastanemizin karşısına düşen tepelerden siyah bir çizginin gitgide yaklaşmakta olduğu görülüyordu. En sonunda atlılarımız da şehre girdi. Yarım saatliktir moladan sonra mevzi almak üzere şehrin kuzeyine geçtiler. Yazık ki Türkler orada pusuya yatmışlardı. Birden hücuma kalkınca askerlerimizden bir kısmı can verdi ve birçoğu da yaralandı.” (L. Kinross, Atatürk ”Bir milletin yeniden doğuşu., s. 157 Hemşire Ethel Curry(Mrs. Mcleod Smith) Nurses League Journal)
Orgeneral Fahrettin Altay Atatürk’ün Halep’te ki başarısını şöyle anlatmaktadır :
 
“Filistin muharebelerinde ordumuz bozuldu. Ordu kumandanı Liman Von Sanders Paşa kaçtı. Ve zorlukla kendini esaretten kurtardı. Bunun üzerine üç ordu kumandanı Cevat, Mersinli Cemal ve Mustafa Kemal paşalar enkazı Dera’da topladılar. Fakat daha kıdemli oldukları halde Cevat ve Cemal paşalar ordu kumandanlığını Mustafa Kemal’e bıraktılar. Kendileri çekilip gittiler. Mustafa Kemal ise en buhranlı, en nazik bir zamanda bu döküntülerden ibaret ordunun kumandanlığını alma cesaretini gösterdikten başka olabildiği kadar düzenlediği bir ordu ile Halep civarındaki istila ordusunu durdurmaya da muvaffak oldu ki, bu gerçekten hayrete şayan bir olaydır.” (Feridun Kandemir- Atatürk’ün askerliği. Atatürk XV. Ölüm yılı hatırası Yeni tarih dünyası Yayınları İstanbul 1953 s.6-7)
Lord Kinross ”Atatürk- Bir milletin yeniden doğuşu” eserinde 1. Dünya savaşı boyunca görev aldığı tüm cephelerde başarılı olan tek komutanın Atatürk olduğunu ifade etmiştir
”Uzun ve felaketli bir savaş yılının kanlı boğuşmalarından hiç yenilgiye uğramadan çıkan tek Türk komutan Mustafa Kemaldi (L. Kinross, Atatürk ”Bir milletin yeniden doğuşu., s.163)
Ordunun bozguna uğramasına neden olan ve  19 Eylül 1918 günü yapılan baskında Nablus’taki karargahından kaçarak canını zor kurtaran Liman von Sanders anılarında Atatürk’ün Halep’teki başarısından şöyle söz etmiştir:
 
”Bundan sonraki günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın 7. ordusu bir çok saldırıya uğradı ama hepsini geri püskürtmeyi başardı ve şu yere çekildi. Cephe Marata’dan başlayıp İskenderun’a giden yol üzerinde Babulit-Halilli üzerinden Tatmaraş’ı ve demiryolunu geçiyor ve Cirbin doğusuna kadar uzanıyordu. Güvenlik birlikleri de Halep’in 25 kilometre kuzeybatısındaki Ziyaret’e kadar ileri sürülmüş bulunuyordu. İşte tam bu sıralarda, yani 31 Ekimde ateşkes yapıldığı haberini aldık. Ordu, bu son günlerdeki savaşlarda silâhının şan ve şerefini korumayı başarmıştı. (Liman von Sanders- Türkiye’de Beş Yıl s.109)
Şimdi şunu konuşmamız gerekiyor. Atatürk’ün 25 Ekim 1918 günü arabasıyla otelden çıkıp Halep’in doğusuna arabasıyla giderken yolunu kesen bedevilerin ”arabasının çevresini kuşattığını ‘‘ ifade etmek için kullandığı ”esir düşmüştük” sözünü cımbızlayıp belki 1 dakika bile sürmeyen, bedevilerin ”emredersiniz” diyerek geri çekildiği bir olayı ”Bakın Atatürk esir düşmüştü” diye anlatmak hangi ahlaka, hangi vicdana sığar? Üstelik bu olaydan 1 gün sonraki Halep zaferini görmezden gelerek esir düştüğünü ifade etmek nasıl bir tarihçiliktir? Bir kişinin esir düştüğünü söylemek için teslim olması, rehin alınması, silahını teslim etmesi gerekir. 1 dakika bile sürmeyen bir grup sokak çetesinin yol kesme olayını esir düşmek diye anlatmak ancak tarih etiğinden zerre kadar nasiplenmemiş insanların yapacağı tarzda bir davranıştır
TIBBIYELİ HİKMET

3 thoughts on “”Atatürk Filistin Cephesinde Esir Düştü” Yalanı

  • SAMİ

    58 GÜN. DE MUSTAFA YILDIRIM, ÇOK VECİZ ANLATMIŞ, BU OLAYI.
    YİNE PAYLAŞIYORUM İZNİNİZLE, TIBBİYELİ KARDEŞİM.

    Yanıtla
  • Düşündürücü

    Tıbbıyeli kardeşim güzel yazıyorsunda sonuna bütün kaynaklarıda atta yobazlar çökemesin buraya

    Yanıtla
    • Hikmet

      Yazının içinde yaptığım alıntılar da parantez içinde kaynakları veriyorum. Kimi numaralandırarak yazar kimi de parantez içinde verir. Benim tekniğim de bu 🙂

      Yanıtla

Bir Cevap Yazın

Pin It on Pinterest