Siyaset

Alparslan Türkeş ve Başkanlık Sistemi Gerçekleri

BU YAZIYA PUAN VER


Başkanlık sistemi propagandası yapılırken zaman zaman geçmişteki politikacıların başkanlık sistemini savunduğunu, ancak vesayet sisteminin buna izin vermediği anlatılmaktadır. İddialarına göre Demirel’den, Erbakan’a, Türkeş’ten Özal’a herkes başkanlığı istemiş ama başaramamış. Biraz daha ileri gitseler Atatürk’ün bile başkanlığı istediğini söyleyecekler. Şükredelim ki henüz o kadar abartmadılar.
Başkanlığı istediği söylenen politikacılar arasında en çarpıcı olan Alpaslan Türkeş’in başkanlığı savunduğu iddiasıdır.  Çünkü milliyetçi kesimin ezici çoğunluğu başkanlığa karşıyken ülkücülüğün kurucusu Türkeş’in başkanlık sistemini istediğini söylemek ezber bozan bir iddiadır.
Peki, gerçekten Türkeş, başkanlık sistemini savundu mu? Savunduysa hayalindeki başkanlık sistemi nasıldı? Bugün gerçekleştirilmek istenen başkanlıkla alakası var mı? Tüm bu sorulara teker teker cevap vereceğim. Ancak öncelikle bir noktaya değinmek istiyorum.
Tarihte olaylar değerlendirilirken dönemin siyasi ve sosyal şartları asla unutulmamalıdır. Bir olayı incelerken bugünden geçmişe bakarsak yapacağımız analiz doğru ve faydalı olmayacaktır. Alparslan Türkeş’i de değerlendirirken yaşadığı dönemin koşullarını unutmamak lazım.
Alparslan Türkeş, iddia edildiği gibi bir dönem başkanlık sistemini savunmuştur. Özellikle 1970li yıllardaki açıklamalarında, yazdığı kitaplarda parlamenter sistem yerine Başkanlık sistemini getirmek istediğini söylemiştir. Örneğin 1975 yılında yazdığı Temel görüşler kitabında Başkanlık sistemini şöyle savunmuştur:
”Milliyetçi hareket, milli bünyemize ve şartlarımıza uymayan, temeli Avrupa’nın liberal ve sosyal demokrasisine dayanan, bugünkü anayasayı başından sonuna kadar değiştirecek, milli demokrasiyi bütün müesseseleriyle kuracaktır. Bu cümleden olmak üzere parlamenter hükümet sistemi yerine Başkanlık sistemini getireceğiz. Bu sistemde Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık yetkileri bir tek şahısta toplanacak, temelinde otorite güven, disiplin olan bir hükümet doğacaktır. MİLLİ DEMOKRASİNİN diğer müesseselerini, bilhassa TRT’yi, Anayasa mahkemesini, Danıştay’ı, Yargıtay’ı, Üniversiteyi, Yüksek hâkimler kurulunu milli menfaat ve güvenliğimize uygun olarak değiştirip yeniden kuracağız” (Alpaslan Türkeş – Temel Görüşler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975 s. 156)
Türkeş, hayal ettiği Başkanlık sistemini ”Gönül seferberliği” kitabında da şu cümlelerle daha açık bir şekilde açıklamıştır:
”Değerli ülküdaşlarım.
Milliyetçi hareket, tek başkan, tek meclis sistemini savunur. Çağımız adil, kuvvetli, hızlı icra çağıdır. Türk milleti, dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde, kuvvetli, adil, hızlı icra sistemini uygulamıştır. Kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür.  Bunun için tarih ve töremize uygun olarak Başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz.  Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız. Türk tarih felsefesi tarihinde icra organı hiçbir zaman bölünmemiş yani tek bir başkan tarafından yürütülmüştür. Milliyetçi Türkiye’de DEMOKRATİK MİLLİ CUMHURİYET İLKESİ içinde Başkan Türk milletinin yürütme organının tek başı olacaktır.’’ (Alparslan Türkeş – Gönül Seferberliğine Hasret Yayınları Ankara 1979 s.66)
Türkeş’in tanımladığı başkanlık sistemine baktığımızda ilk başta bugün gerçekleştirilmek istenen başkanlık sistemine çok benzemektedir. Türkeş’te tek başkan, tek meclis sistemini savunmuştur. Adil, hızlı ve güçlü bir yürütmenin Türk milletini kalkındıracağını  söylemiştir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var. Türkeş başkanlık sistemini savunurken iki ilkeden bahsetmiştir. ”Milli Demokrasi” ve ”Milli Cumhuriyet”
Peki, Türkeş’e göre milli demokrasi ve milli Cumhuriyet nedir? Bu iki ilkeyi nasıl tanımladığını bilmeden Türkeş’in nasıl bir başkanlık sistemini savunduğunu anlayamayız.
Alparslan Türkeş başkanlık sistemini savunurken  bahsettiği milli demokrasi ilkesini şöyle tanımlamıştır:
”Türk milletinin kültür ve devlet felsefesi, Türk milliyetçilik dünya görüşü içinde milli bütünleşme ve milli demokrasi ülküsüdür. Türk milletinin tarih ve töresinde, bölünme, parçalanma, zümre ya da sınıflara ayrılma yoktur. Devletin başı barışta ve savaşta, tasada ve kıvançta yönettiği milletle aynı kaderi paylaşmıştır. Milleti sınıf ve zümrelere bölen, bir sınıfı diğerine ezdiren, yöneticileri milletten ayırıp ona tepeden bakmayı öğreten sistem ve ideolojiler yabancı ve bölücü ideolojilerdir. Her Türk devlet felsefesi,  milli ideoloji içinde milli bütünleşme ve milli demokrasi ülküsüne dayanır.”(Alparslan Türkeş – Temel Görüşler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975 s. 159)
Alparslan Türkeş’in ”milli demokrasi”  adını verdiği ilke aslında devletin halkla bütünleşmesi ve sosyal adaletten başka bir şey değildir. Bu açıklamanın devamında söylediği şu sözler milli demokrasinin ne olduğunu çok net şekilde anlatmaktadır. Türkeş’e kulak verelim. Bakın milli demokrasiyi nasıl açıklıyor:
”… Millet bir varlıktır. Milletin haldeki bölümü altı sosyal dilimden yani köylüden, işçiden, esnaftan, memurdan, işverenden ve serbest çalışanlardan ibarettir. Bu itibarla hâkimiyetin sadece işverene ya da işçiye ait olduğu ülke ve sistem demokratik değildir. Bir ülkenin gerçekten demokratik olabilmesi için siyasal, kültürel ve iktisadi kararların alınmasına bütün milletin, köylünün, işçinin, esnafın, memurun, işverenin ve serbest çalışanın katılması lazımdır”(Alparslan Türkeş – Temel Görüşler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975 s. 159)

Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere Türkeş’in hayal ettiği Türkiye’de çoğulcu demokrasi vardır. Milletin tüm sosyal sınıflarının yönetime katılması gerektiği görüşünü savunmuştur. Yani Türkeş’in gerçekleştirmek istediği başkanlık sisteminde kesinlikle tek adamlık yoktur. Tam aksine parlamenter sistemin en önemli özelliklerinden biri olan çoğulcu demokrasi vardır. Hâkimiyetin tek bir zümreye ait olduğu sistemlerin anti demokratik olduğunu ifade ederek hem Komünist ideolojinin proletarya diktatörlüğü hayaline cevap vermiş, hem de tek adamlığa karşı olduğunu kesin bir dille ifade etmiştir.
Milli demokrasi ilkesini bu şekilde tanımlayan Alparslan Türkeş, diğer önemli ilkesi olan ”Demokratik Milli Cumhuriyet” ilkesini ise şöyle tanımlamıştır:
”Demokratik milliyetçi devlet, aynı millete mensup insanların siyasi ve hukuki yönden teşkilatlanıp, içeride kendi kendilerini yönetmesini (milli demokrasiyi), kendi iktisadi kaynaklarına sahip çıkmasını (milli iktisadi), dışarıda ise diğer milletlerle eşit hakka sahip olmasını (milli bağımsızlığı) öngörür.
…Demokratik milliyetçi devlette, milleti meydana getiren fert ve sosyal gruplar, kendi kaderlerini kendileri çizer. Devlet yönetimine etkili bir şekilde katılır. Bu iç olaya devletin demokratik unsuru (milli demokrasi) adı verilir. Her fert siyasi iktidarın, özellikle yasama ve yürütmenin oluşumuna katkıda bulunur.
… Demokratik milliyetçi devlet, milletin bütün fert ve sosyal dilimlerinin yükselmesi, ekonomik ve moral kalkınması amacını taşır. Devlet faaliyetlerinde bu amacı gerçekleştirmek zorundadır. Bir avuç ferdin ya da belirli bir sınıfın menfaatini ön planda tutan fert veya sınıf diktasına dayanan devlet milli devlet olamaz”(Alparslan Türkeş – Temel Görüşler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975 s. 161 – 163)

Alparslan Türkeş’in milli demokrasi” ve milli demokratik Cumhuriyet” ilkesi günümüzdeki çağdaş demokratik devletlerdeki çoğulculuk ilkesiyle aynıdır. Ona göre bir devletin demokratik olabilmesi için tüm sosyal sınıfların yönetime katılması lazımdır. Milletin meclisinde bir köylü, memur ya da işçi vekil olabilmeli, kendi haklarını savunabilmelidir. İktidarın bir zümrenin elinde olmasına, devletin bir yandaş sınıfı zenginleştirmesine karşı çıkmış, böyle sistemleri anti milli olarak tanımlamıştır.
Milli demokrasi ve milli demokratik devlet ilkesini her fırsatta dile getiren Türkeş, tek adamlığa, tek tipçiliğe, farklı düşüncelerin yasaklanmasına şu cümlelerle karşı çıkmıştır:
”Farklı siyasi ve iktisadi düşüncelerin savunulamadığı bir ülkede totaliter bir rejim, özellikle komünist ya da faşist, nazist bir rejim söz konusudur. Bize göre sosyalist ve kapitalist sistemler de anayasamızın özüne aykırı sistemlerdir. Zira bu sistemler siyasi ve iktisadi yönlerden bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki hâkimiyetine dayanır” (Alparslan Türkeş – Gönül Seferberliğine Hasret Yayınları Ankara 1979 s.74)

Başkanlık sistemini milli demokrasi ve milli demokratik devlet ilkeleri dâhilinde savunan Türkeş, çoğulcu, demokratik bir başkanlık sistemini savunmuştur. Bugün Türk milletine dayatılan başkanlık sisteminin Türkeş’in savunduğu başkanlık sistemiyle alakası yoktur. Çünkü şu an dayatılan sistem ne demokratiktir ne de çoğulcudur. Tamamen tek kişinin egemenliğine dayanan tekilci, anti demokratik bir sistemdir.
Türkeş ile AKP nin savunduğu sistem arasındaki tek fark sistemin temel nitelikleri değildir. Meclisin yapısı ve vekil sayıları bile farklıdır. Türkeş’in başkanlık sisteminde meclisin yapısı şöyledir:
”Milliyetçi hareketçiler olarak defalarca bugünkü çift meclis yerine tek meclis sisteminin getirilmesini ve senatonun kaldırılarak ve millet meclisinin 300 kişiden teşekkül ettirilmesini ve bunun memleketimiz için en yararlı durum olacağını ifade etmişizdir. … Türkiye’de tek başkan tek meclis sisteminin kurulması geniş halk kitlelerini ilgilendiren konularda halk temalüyünü belirtecek referandum müessesesinin tesisi son derece kaçınılmaz bir zarurettir. Fakir milletin alın terleri ile iki mecliste 600 ü aşkın kişinin beslenmesi hiçbir ölçüye sığmaz. Milliyetçi hareketin iktidarı, işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek sahiplerinden oluşacak 300 kişilik tek meclisi ilk planda kuracak ve memleketimizdeki otorite buhranına son verip iktisadi sahada hızlı atılımlar yapılmasını sağlayacaktır”(Alparslan Türkeş – Temel Görüşler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975 s. 173)

Bugün millete dayatılan başkanlık sisteminde meclis 600 vekilden meydana gelirken Türkeş, 600 vekilin beslenmesini fakir millete yapılmış bir hakaret sayıp 300 vekilin yeterli olacağını savunmuştur.
Ayrıca AKP nin savunduğu başkanlık sisteminde meclis, iki partiden ve Cumhurbaşkanı’nın parti başkanı olarak seçtirdiği vekillerin çoğunluğundan meydana geliyorken Türkeş’in başkanlık sistemindeki mecliste milletin tüm sosyal sınıfları vekil olarak yer almaktadır.
En önemlisi ise Türkeş’in istediği başkanlık sisteminde milleti ilgilendiren hayati konularda referandum yapılması mecburiyettir.
Tüm bu bilgiler ışığında Türkeş’in savunduğu başkanlık sistemiyle AKP nin istediği başkanlık sistemi arasındaki farklar şunlardır:
1- Türkeş’in savunduğu başkanlık milli demokrasi, demokratik milli Cumhuriyet ilkesine dayanan, çoğulcu, demokratik bir sistemdir. AKP nin istediği başkanlık sistemi, anti demokratik, tekilci, tek adamcı bir sistemdir.
2- Türkeş’in savunduğu başkanlık sisteminde milleti meydana getiren tüm sosyal sınıflar devlet yönetiminde söz sahibidir. AKP nin istediği başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanı devlet yönetiminde tek söz sahibidir.
3- Türkeş’in savunduğu başkanlık sisteminde devlet bir zümrenin elinde değil milletin elindedir. Adil bir ekonomik dağılım vardır. AKP nin savunduğu başkanlık sisteminde zenginlerin iktidarı vardır
4- Türkeş’in savunduğu başkanlık sisteminde meclis 300 vekilden meydana gelmekte olup 600 vekili fakir millete yük saymaktadır. AKP nin istediği başkanlık sisteminde ise meclis 600 vekilden oluşmaktadır ve bu durumu meclisin güçlenmesi olarak anlatmaktadırlar.
5- Türkeş’in savunduğu başkanlık sisteminde meclis köylü, işçi, memur, esnaf vekillerden oluşmaktadır. AKP nin istediği başkanlık sisteminde ise meclis, Cumhurbaşkanının partili başkanı olarak seçtirdiği yalaka, zengin zümrenin çoğunlukta olduğu iki partili bir meclistir.
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Yazımın başında tarihi olayların dönemin koşullarına göre değerlendirilmesi gerektiğini söylemiştim. Türkeş’in başkanlık sistemini savunduğu 1970 li yıllarda meclis bugünkü gibi tek değildi. Senato adı verilen ikinci bir meclis vardı ve devlet kısa süreli koalisyon hükümetleriyle yönetiliyordu. Ayrıca 1970 li yılların sağ – sol kavgasının olduğu yıllar olduğunu unutmayalım. Türkeş’in başkanlık sistemi açıklamalarına bakılırsa Komünizme alternatif bir sistem olduğu görülecektir.
Diğer önemlisi bir nokta ise Türkeş ismine başkanlık sistemi dese de tanımladığı sistem güçlü parlamenter sistemden başka bir şey değildir. Çünkü savunduğu meclis sistemi ne iki partilidir ne de ABD deki gibi senato vardır. 300 kişiden meydana gelen çoğulcu demokratik bir meclisi savunmuştur. Böyle bir sistem başkanlık değil güçlü parlamenter sistemdir.
En önemlisi ise Türkeş’in savunduğu sistem, Anayasa’nın ilk 4 maddesini benimseyen laik, sosyal, demokratik, hukuk devletine dayanmaktadır. Eyalet sistemi kesinlikle yoktur. Oysa bugün millete kabul ettirilmek istenen başkanlık sisteminde Anayasa’nın 123. maddesinde yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanı kararnamesiyle özerk bölgeler yani eyaletler kurulabilir.
1970 li yıllarda Başkanlık sistemini savunan Türkeş, 12 Eylül darbesi sonrasında başkanlık sistemini savunmamıştır. Çünkü hem sağ sol kavgası bitmiş, hem ANAP ile tek parti hükümeti dönemi başlamıştır. Bu da Türkeş’in başkanlığı ideolojik olarak değil şartlara göre istediğinin kanıtıdır
TIBBIYELİ HİKMET 

Bir Cevap Yazın

Pin It on Pinterest