Tarih

Mehmet Akif'in Edebi Kişiliği ve 1.Dünya Savaşındaki Faaliyetleri

BU YAZIYA PUAN VER

1
Yaşadığı çağın önde gelen aydınlarından biri, doğuyla batıyı sentezlemeyi başarmış bir yazar, bir çok insanın eleştirmeye cesaret edemediği hurafeleri çok sert eleştiren çağdaş bir müslüman, Kur’anı tercüme edecek kadar dini bilgiye ve arapçaya hakim bir alim, büyük bir vatansever…
Mehmet Akif’i tanımlamak için sayfalar dolusu yazılabilir ama bence onu en iyi tanımlayacak sıfat İstiklal şairidir. Zira yazdığı İstiklal marşıyla hem kurtuluş savaşında milletin yaşadığı acı ve sıkıntıları çok net bir şekilde dile getirmiş, hem de hayatı boyunca her zaman istiklal için yaşamış, istiklali savunmuştur
Mehmet Akif’in hayatını okuduğunuzda karşınıza bilmediğiniz bir Mehmet Akif çıkar.  Hem dindar bir müslüman, hem de islamdaki hurafeleri bugün bile bir çok insanın eleştiremediği kadar sert bir dille eleştiren, ”mürted” ilan edilmeyi göze alan cesur bir aydın… Hem Abdülhamit’in istibdatına karşı koyu Abdülhamit karşıtı, hem de Abdülhamit’i deviren İttihat ve terakki istibdatına karşı çıkan, her dönemin muhalifi, özgürlüğünden taviz vermeyen bir vatan şairi…
Bu yazımda istiklal marşımızın büyük şairi Mehmet Akif’i bilinmeyen yönleriyle tanıtmaya çalışacağım. İlk eğitimini nerede aldı? Yazarlığa nasıl başladı? Etkilendiği yazarlar kimler?1. Dünya savaşındaki faaliyetleri neler? Tüm bu soruların cevabını ve daha fazlasını bu yazıda bulacaksınız. İşte tüm bilinmeyen yönleriyle Mehmet Akif…
Mehmet Akif, 1873 yılında İstanbul Fatih’te dünyaya geldi. Babası, Fatih medresesi hocalarından ”ipekli hoca” diye tanınan Tahir efendi, annesi Buharalı Mehmet efendinin kızı Emine Şerif hanımdır. Baba tarafından Arnavut, anne tarafından Türk’tür.
İlk eğitimini, babası Tahir efendi’den almıştır. Küçük yaşta babasından arapçayı öğrenen Akif, aynı zamanda Fatih camiinde Esad dededen farsça dersleri almıştır.  Ayrıca gençlik yıllarında batı edebiyatına ilgi duymuş, Fransızca öğrenmiştir.
Çocukluğu, aydın bir eğitimci olan babasının eğitimiyle geçtikten sonra 1885 yılında Mülkiye mektebine başlamıştır. İlk şiirlerini de ortaokul yıllarında yazmıştır. 1888 yılında babasının ani vefatı ve ardından evlerinin yanması üzerine maddi zorluklardan dolayı mülkiye mektebinden ayrılmak zorunda kalmıştır ve Halkalı baytar mektebine başlamıştır. 1893 yılında okulu birincilikle bitiren Akif, bu dönemde de şiirle ilgilenmeye devam etmiştir.
Yakın arkadaşı, Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif’in gençlik ve öğrencilik yıllarını şöyle anlatmaktadır :
”Sarı Nasuh mahallesindeki manevi evde yetişen çocuk müspet ilimle bu mektepte olanca hızıyla çalışıyor; kimya tahlillerinden çıkıp, nebatat laboratuvarına giriyor, toprağın altını üstünü okuyor, yerden bıkınca mektebin rasathanesine tırmanıyordu. Fakat esrarengiz gökyüzünden de bıkıyor ve tatil günleri Kuran sesiyle dolu olan evine koşarak gidiyordu. Çoktan ölen babasının Kuran sesiyle dolu olanküçük eve… Paris’te okuyan hekim Rıfat Paşa Pastör Enstitüsü’nden İstanbul’a mikrop kültürü getirmişti. Mehmet Akif ne Baytar Mektebi’nin camiine beş vakit gitmek ne de mektebin laboratuvarına koşmak için zorlanmaya muhtaç değildi. Halkalı Ziraat ve BaytarMektebi imamı Mustafa’nın arkasında da Pastör’ün huzurunda daaynı imanla duruyordu; ancak aynı heyecanla değil..” (Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif Hayatı-Sanatı-Seciyesi Seçme Şiirleri (İstanbul: Yeni Mecmua Yayını,1948), s.7)
1
Mehmet Akif öğrencilik yıllarında 
Baytar mektebinden mezun olduktan sonra memuriyet hayatına başlamıştır. Önce Anadolu’ya atanır, sonra Rumeli’ye tayini çıkar, son olarak ise Şam…İmparatorluğun doğusundan batısına her yerde görev yapmıştır. Bu sırada 1898 yılında Tophane veznedarı, Mehmet Emin bey’in kızı İsmet hanımla evlenmiş, bu evlilikten üç kız, üç erkek çocuğu olmuştur.
1
Mehmet Âkif’in iki oğlu Tahir (gözlüklü) ve Emin 
2
Akif’in Çocukları Feride Hanım, Emin ve Tahir Bey
1
Mehmet Akif’in Kızı Suat Hanım
1111
Akif’in eşi İsmet Hanım, Oğlu Emin Bey ve Kızı Feride Hanım
Mehmet Akif için sanatla birlikte dünyaya gelmiş desek yanlış bir tanım olmaz. Çocukluğunda komşuları Baise hanımın anlattığı masallar olmadan uyuyamayan Akif’in okuduğu ilk eser Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun eseridir. Doğu edebiyatını çocuk yaşta okuyan Mehmet Akif batı edebiyatına da hayrandır. Özellikle Daudet’in ”Jack” isimli eserinden çok etkilenmiştir. Mithat Cemal, bu eserin Akif üzerindeki etkisinden şöyle bahsetmiştir :
“Bu kitap Akif’in hayatına karıştı. Sokağın kimsesiz çocukları arasına bu yazının iki çocuğu (Jack ve Madou) da katıldı” (Mithat Cemal, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1986, s.30)
1
Akif’in eşi İsmet hanım
Akif’in okuduğu yazarlara baktığımızda hem doğunun hem batının en önde gelen yazarlarını okuduğunuz görürüz. Doğu edebiyatından Abdülhak Hamit, Namık Kemal, Şirazi, Fuzuli, Muallim Naci,Namık Kemal’in oğlu  Ali Ekremi okurken batı edebiyatından ise Zola, Daudet, Lamartine, Victor Hugo, Dumas’ı okumuştur. Eserlerine baktığımızda hem doğunun, hem batının etkisi açıkça görülür. Öyle ki ;
“Şirazlı Sâdi ’den bahsederken, Lamartine ’e geçer; Graziella üzerinde dururken, Fuzûlî ’nin Leylâ ve Mecnun’unu hatırlar. Fikret ve arkadaşları Coppée v.s. gibi Fransız realist şâirlerini örnek tutarak içtimaî-manzum hikâyeler yazarken, Akif, aynı kaynağı Şark’ta, Sâdi’nin eserinde bulur” (Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Akif Hayatı ve Eseri, Kanaat Kitabevi, 1945, s.199)
Edebi hayatına şiirle başlayan Akif’i nazım eserler yazmaya yönlendiren kişi ise Namık Kemal’in oğlu Ali Ekremdir. Ali Ekrem’in ) “Elvah-ı Tabiat” ve “Vasiyet” eserlerinden çok etkilenmiş ve şiir dışında eserler vermeye de karar vermiştir. Kendisi de yıllar sonra Ali Ekrem’den etkilendiğini şöyle açıklamıştır :
“Ali Ekrem ’in Elvâh-i tabiat’ını görmeseydim Safahat’ı yazmazdım.” (Mithat Cemal, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1986, s.355)
Mehmet Akif sıradan bir şair değildir. Ona göre edebiyat, süslü söz söyleme sanatı değildir. Şiiri, toplumun eksiklerini, yanlışlarını anlatmak için bir araç olarak görmüştür. Süslü sözlerle dolu şiirler yazmayı ancak ”karnı tok sırtı pek milletler” için bir keyfiyet olduğunu düşünmüştür. Şu sözler onun edebiyata bakışını çok net göstermektedir :
“Biz edebiyatta ahlâkî, içtimaî bir faide bekleriz. (…) İçtimaî dertlerimizi dökmek, yaralarımızı açıp göstermekten çekinmeyiz. (…) Bizim için halka söyleyecek eserler lazım” (Eşref Edib, Mehmed Akif, Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, Asar-ı îlmiyye Kütüphanesi Neşriyatı, 1938, s.257)
Akif’in edebiyata bakış açısı ve gerçekçiliği şiirlerine de yansımıştır. Örneğin bir şiirinde kendisini şöyle tanımlamıştır :
“-Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim;
İnan ki:Her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en çok beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!  ( Mehmet Âkif Ersoy, Safahat (Fatih Kürsüsünde), Hazırlayan: Yakup Çelik, Akçağ Yayınları, Ankara, 2007, s.252)
1
Safahat 4. kitap (Fatih Kürsüsünde) kapağı 
Safahat da yer alan bir şiirinde yazdığı mısralar, onun sanat anlayışını  net bir şekilde ortaya koymaktadır :
“Bana sor sevgili kâri ’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım;
Bir yığın söz ki, samimiyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü ne san’atkârım.
Şi ’r için “gözyaşı ” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım iki söz yazdımsa” (Âkif Ersoy, Safahat (Birinci Kitap), Hazırlayan: Fazıl Gökçek, Dergâh Yayınlan, İstanbul 2011, s.47)
Hayatı boyunca milletin derdini, kendi derdi bilmiş, milletinin derdiyle hüzünlenmiş, her zaman adaleti savunmaktan vazgeçmemiştir. Aşağıdaki dizeler, Mehmet Akif’in duygularını çok net yansıtmaktadır :
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım,
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?” (Mehmet Âkif Ersoy, Âsım (Safahat), Hazırlayan: Fazıl Gökçek, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007, s.71)
Mehmet Akif’in sanatta en önem verdiği şey samimiyettir. Bir şair, her şeyden önce samimi olmalı, kendisi gibi kalabilmelidir. Kendisi de ”kendim olabildiğim” dediği eserleri şöyle sıralamıştır :
”Hürriyet ’, ‘Kocakarı ile Ömer’, ‘Mahalle Kahvesi ’; ‘Köse İmam; ‘Amin Alayı’, ‘Bebek’ manzumeleri, bunlar, tamamen, ben… Ve bunu da söylemek gurur değil, kendimi olduğum gibi görmek…” (Mithat Cemal, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1986, s.358-359)
Kendisine yöneltilen eleştirilere karşı çoğu zaman suskun kalmış, hoş görü göstermiş, yanlışlarını eksiklerini düzeltmeye çalışmıştır. Ancak bir gün kendisine ”beynin sağır, gözün kör” diye hakaret edilince dayanamaz ve aşağıdaki mısralarla cevap verir. Bu mısralar, hem bir şairin isyanını, hem de milletinin çektiği acılardan yaşadığı hüznü yansıtmaktadır :
“Evet beynim sağırdır, kâinatım çünkü hep feryad!
İşitmem başka bir ses, milletim eylerken istimdad!
Gözüm görmez, evet, zira muhitim kapkaranlıktır!
Fakat sinemde imânım müebbet fecr-i sâdıktır.
Kör olmaz ağlayan gözler, sağırlaşmaz tutuşmuş beyn;
Yaşarmaz gözle yanmaz beyni hilkat addeder bir şeyn.
Geçilmez kahkahadan her taraf yangın içindeyken,
Yanan bir sîneden lâkin ne istersin, nedir öfken?
Beraber ağlamazsın, sonra, “kör!” dersin “sağır!” dersin:
Bu hissizlikten insanlık hem iğrensin, hem ürpersin” (Mithat Cemal, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1986, s.100)
1
Sırat-ı Müstakim dergisinin ilk sayısının ön kapağı
Mehmet Akif’in Siyasi Hayatı 
Akif, siyasi olarak islamcıydı ama bugünkü İslamcılarla karıştırmayın. Çağının ilerisinde, milleti cahil bırakan hurafeleri sonuna kadar eleştiren dindar bir kişiliğe sahipti. Sultan 2. Abdülhamit’in en koyu muhaliflerinden biriydi. Özgürlüklerin kısıtlanmasına sonuna kadar karşı olmuştur. Hem Abdülhamit, hem İttihat ve Terakki döneminde baskılara boyun eğmemiş, özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı çıkmıştır. Öyle ki İttihat ve Terakki’ye üye olan herkes, üye olurken cemiyetin tüm emirlerine itaat edeceğine yemin ederken, Akif koşulsuz itaat etmeye karşı çıkmış, sadece faydalı olduğunu düşündüğü emirlerine itaat edeceğini ifade ederek şöyle yemin etmiştir :
”Ben cemiyetin yalnız emr-i maarufuna biat ederim” (Hasan Basri Çantay, Akifname İstanbul: Erguvan yayınevi, 2008 s. 313)
Meşrutiyet’in ilanından 1 ay sonra, Abdülhamit döneminde yazıpta yayınlayamadığı şiirlerini daha sonra Sebilürreşad adını alacak olan Sırat-ı Müstakim dergisinde yayınlamaya başlamıştır. Yazılarında ülke meselelerine, özellikle özgürlüğe değinmiştir. Derginin yazar kadrosuna baktığımızda ideolojik açıdan çok yönlülük görülür. Yazar kadrosunda Manastırlı İsmail Hakkı, Ahmet Naim Bey, Abdürreşit İbrahim Efendi, Hasan Basri Bey gibi İslamcılar olduğu gibi Ahmet Ağaoğlu, Mithat Cemal, Ethem Nejat Bey gibi Türkçüler de vardır.
Sırat-ı Müstakim dergisi, Kırım’dan, Balkanlara, hatta Hindistan’a kadar dağıtılıyor, İslam alemine, imparatorluğun durumunu anlatıyordu. Ayrıca Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh gibi dönemin islamcı düşünürlerinin kitapları tercüme edilerek yayınlanıyordu. Akif’in dergide kullandığı müstear isim ise Sadi’ydi.
Bugün hepimizin çok iyi bildiği ünlü kitabı Safahat’ı 1911’de yazmıştır, ikinci kitabı Süleymaniye Kürsüsünde’yi 1912’de üçüncü kitabı Hakkın Sesleri ve dördüncü kitabı Fatih Kürsüsü’ndeyi 1913’te, beşinci kitabı Hatıralar’ı 1917 yılında yayınlamıştır.Bu dönemdeki eserlerine bakıldığında imparatorluğun sorunları hakkında daha açık ve sert eleştiriler yaptığı görülmektedir
q
Mehmet Akif Meşrutiyet yıllarında 
Balkan savaşlarında yaşanılan büyük hezimet sonucunda 550 yıllık Türk vatanı olan Rumeli’nin kaybedilmesi Akif’i derinden etkilemiştir.  İmparatorluğun giderek parçalanmasından duyduğu üzüntü, İttihat ve terakkinin zamanla diktatörleşmesine karşı duyduğu öfke yazılarına da yansımıştır.  İmparatorluğun çöküş nedeni olarak tembellik, ve devleti yönetenlerin ihtirası görmüştür ve halkı birlik olmaya şöyle çağırmıştır :
“Sizin felaketiniz: Tarumar olan ‘vahdet’; Eğer yürekleriniz aynı hisle çarparsa; Eğer o his gibi tek bir de gayeniz varsa; Düşer yinekalkarsınız emin olunuz!; Demek ki birliği temin edince kurtuluruz. O halde vahdete hail ne varsa çiğneyiniz! Bu ayrılık da neden? Bir değil mi her şeyiniz?” (Mehmet Akif Ersoy, Safahat (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay, 2001), 290)
Akif, sadece dergideki yazılarıyla memleket sorunlarını dile getirmemiştir ayrıca siyasette aktif görev almıştır. Örneğin Balkan savaşlarında kurulan Heyet-i Tenviriyye’ye (İrşat Heyeti) katılmıştır. Heyetin görevi, halkı edebi nutuklarla, yazılarla uyandırmaktır. Heyette Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmud Ekrem, Süleyman Nazif, Hüseyin
Cahit Yalçın, Cenap Şehabettin ve Hüseyin Kazım Kadri gibi aydınlar da vardır.
Balkan savaşının kaybedilmesinden sonra da halkı uyandırmak için tüm gücüyle çalışmış, 2 Şubat 1913’te Beyazıt, 7 Şubat 1913’te Fatih, ve 14 Şubat 1913’te Süleymaniye Camilerinde halkı uyandırıcı vaazlar vermiştir.  Örneğin Fatih Camiindeki vaazında şöyle vaaz vermiştir :
”Dökülen kanlar, yakılan canlar, pay-ı mal edilen ırzlar, ayaklar altına alınan namuslar, düşman ayağı ile çiğnenen yurtlar, sefaletlerin en müthişi içinde ölümü bekleyen dullar, yetimler, kadınlar o kadar çok, o kadar çok ki binde birini düşünecek biri için çıldırmamak kabil değil… (Turan Arslan, “Mehmet Akif ve Milli Mücadele de Birlik ve Beraberliği Sağlamaya Dönük Faaliyetleri” Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi, 2010, s.50) 
Akif, vaazının devamında şu sözlerle memleketin neden bu halde olduğunu çok net bir şekilde ifade etmiştir :
“Bilakis ayrı ayrı hareket ederek memleketin her tarafında fesatlar çıkardık. Hükümet, ordu bu fitneleri bastırmaktan yoruldu, bitap düştü. Onlar da beynimize bindiler. Müslümanlar böyle müteferrik mi yaşayacaktı? Hani müminler kardeşti?..Aleyhissalatu vesellem Efendimiz buyuruyor ki dünyadaki müslümanların hepsi bir vücudun azaları gibidir. Birisi acıdığında diğeri de acıyı duyacaktır.” (Turan Arslan, “Mehmet Akif ve Milli Mücadele de Birlik ve Beraberliği Sağlamaya Dönük Faaliyetleri” Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi, 2010, s.51) 
Balkan savaşının en zor günlerinde Akif, ilk İstiklal marşını yazmıştır. Bugün pek bilinmeyen bu marşın adı ”Cenk marşıdır”. 1912 yılında Sebilürreşad dergisinde imzasız olarak yayınlanan marşta tıpkı İstiklal marşı gibi 10 kıtadır.
Berlin Günleri
Enver Paşa’nın ani kararıyla girdiğimiz 1. Dünya savaşından sonra Mehmet Akif için Berlin günleri başladı. Almanya kralı II. Wilhelm’in davetlisi olarak Almanya’ysa çağrıldı. Görevi, Almanya’nın Rus, İngiliz, Fransız ordularından esir aldığı müslüman askerlere, itilaf devletlerinin yaptığı propagandaya karşı propaganda yapmak, müslüman esirleri Osmanlı safına çekmekti. Almanya bu propaganda sayesinde hem islam dünyasında sempati kazanmayı, hem de İngiltere ve Fransa egemenliği altındaki müslümanları isyana teşvik ederek, İngiliz ve Fransızları zor durumda bırakmayı amaçlıyordu.
II. Wilhelm’in tek davetlisi Mehmet Akif değildir. İslam dünyasında itibarı olduğu düşünülen bir çok düşünür, aydın, yazar Berline davet edilmiştir. Davet edilen kişilerden bazıları şunlardır : Abdülaziz Çaviş, Abdürreşit İbrahim, Şeyh Salih Et-Tunusi, Halim Sabit, Alimcan İdris. Bu isimlerden Şeyh Salih Et-Tunusi , Mehmet Akifle beraber Teşkilat-ı Mahsusa görevlisi olarak gitmiştir
1
 Şeyh Salih Eş-şerif Tunisi
Mehmet Akif ve Şeyh Salih Eş-şerif Tunisi 1914 yılının sonunda Berlin’e gittiler ve Berlin’in en tanınmış otellerinden biri olan Adlon otelinde kaldılar. Ancak daha sonra çok lüks olduğu gerekçesiyle Adlon otelinden ayrılarak daha mütevazi bir otele yerleşti. Safahat’ın beşinci kitabı olan Berlin Hatıralarında Adlon otelinden şöyle bahsetmiştir :

Meğer oteller olurmuş saray kadar ma´mûr:
Adam girer de yaşarmış içinde, mest-i huzûr:
Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak…
Nasîb olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak!
Sokakta kar yağa dursun, odanda fasl-ı bahâr,
Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf ı nehâr!
Hıyât-ı nûrunu temdîd edip her âvîze,
Fezâda nescediyor bir sabâh-ı pâkîze,
Havâyı kızdırarak hissolunmayan bir ocak;
Ilık ılık geziyor, her tarafta aynı sıcak.
Gürül gürül akıyor çeşmeler, temiz mi temiz;
Soğuk da isteseniz var, sıcak da isteseniz.
Gıcır gıcır ötüyor ortalık titizlikten,
Sanırsınız ki zemîninde olmamış gezinen.
Ne kehle var o mübârek döşekte hiç, ne pire;
Kaşınma hissi muattal bu i´tibâra göre!..
Unuttum ismini… Bir sırnaşık böcek vardı…
Çıkar duvarlara, yastık budur, der atlardı.
Ezince bir koku peydâ olurdu çokça, iti…
Bilirsiniz a canım… Neydi? Neydi? Tahtabiti!
O hemşerim, sanırım, çoktan inmemiş buraya,
Bucak bucak aradım, olsa rast gelirdim ya! ( Safahat, Mehmet Akif Ersoy, Berlin Hatıraları, Akçağ yayınları Ankara 1997 s.304 -305)
1
Mehmet Akif’in Berlin’de kaldığı Adlon oteli
Berlin’e vardıktan kısa süre sonra Müslüman esirlerin toplandığı Wünsdorf esir kampına giderek orada müslüman esirlere tıpkı Fatih camiindeki vaazları gibi ateşli vaazlar verdi. Akif’in amacı sadece esirlere, kandırıldıklarını anlatmak değildi. Gerçek amacı müslümanları uyandırmaktı. Hayatı boyunca gittiği her yerde verdiği vaazlarda tek amacı buydu. Wünsdorf esir kampında gördüklerini anılarında şöyle anlatmıştır :
Hesaba katmıyorum şimdilik bizim yakada
Sönen ocakları; lakin zavallı Afrika’da
Yüz elli bin kadının tütmüyor bugün bacası.
Ne körpe oğlu denilmiş, ne ihtiyar kocası,
Tutup tutup getirilmiş Fransız askerine.
Siperlik etmek için saff-ı harbin önlerine ( Safahat, Mehmet Akif Ersoy, Berlin Hatıraları, Akçağ yayınları Ankara 1997 s.311)

11
Wünsdorf’taki camiinin ve kampın genel görünüşü
Akif, Berlin’de kaldığı günlerde müslümanların dünyanın her yerinde ezildiği gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmiştir. Yabancıların boyunduruğu altında olan müslümanlar efendileri için birbirlerini öldürüyorlardı. Akif, yaşadığı acıyı anılarında şöyle dile getirmiştir:

Biraz da geçmeyi ister misin bizim yakaya?
Al işte bir günü mâtemsiz olmayan Asya!
Zamân-ı rüşdünü andıkça ağlasın dursun,
İkiz vesâyeti altında İngiliz´le Rus´un.
Sülük benizli vasîler ne emdiler kanını,
Mecâli kalmadı artık çıkardılar canını!
Zavallı yerliyi kıtlık zaman zaman kemirir
Bu, kan tükürmeye baksın… O, muttasıl semirir!
…….
Damarlarındaki son damlanın gelir sırası…
Ki saklı durmayacak, ister istemez akacak
Gidip efendisinin düşmanıyla çarpışarak. (Safahat, Mehmet Akif Ersoy, Berlin Hatıraları, Akçağ yayınları Ankara 1997 s.312)

1
Müslüman esirler için 1915 yılında yaptırılan ve 1926 yılında yıktırılan Camii ve önünde Müslüman esirler
111
Wünsdorf’ta tel örgülerin arkasında hürriyete kavuşacakları günü bekleyen Müslüman esirler
Berlin’den döndükten sonra bu kez görev yeri Arabistandır. Mayıs 1915’te Arabistan’a giden Akif’in buradaki görevi ise Şerif Hüseyin isyanına karşı propaganda yapmaktır. Arabistan’a giderken aklında hep Çanakkale vardır. Eğer Çanakkale kaybedilirse her şeyin biteceğinin farkındadır ve Çanakkale savaşının kazanıldığını  Arabistan yolunda muazzam adında bir istasyonda dinlenirken almıştır. Akif’in Çanakkale zaferinin kazanıldığını duyduğu andaki duygularını yanında olan kuşçu başı Eşref şöyle anlatmaktadır :
”Duası hıçkırıklarla kesiliyordu. Onu teskin etmek mümkün değildi zaten müdahale etmek de istemiyorduk. Bu bir ilham manzarası idi ve ben onu görebilmiş mutlu bir fani idim” (Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif Hayatı-Sanatı-Seciyesi Seçme Şiirleri (İstanbul: Yeni Mecmua Yayını,1948 s.113-114)
Arabistan’dan döndükten sonra Şeyhülislamlığa bağlı, Dar’ül Hikmet’il İslamiye Dairesi’nin başkâtipliği görevine atanır. Ancak kısa bir süre sonra başlayan kurtuluş savaşı için tekrar yollara düşer.
Mehmet Akif hem şiiirleriyle, hem de siyasi duruşuyla her zaman dava adamı olmuş, hayatı boyunca inandığı dava için yaşamıştır. Hiçbir zaman baskılara, şiddete boyun eğmemiş, her zaman özgürlüğü savunmuştur. Bu yüzden Akif’i anlamak, sadece İstiklal marşını okumakla olmaz. Onun hayalindeki Asım’ın neslinden olmak için her şeyden önce dik durmayı başarabilmek, dürüst olmak ve her türlü diktatörlüğe karşı çıkmak gerekir
TIBBIYELİ HİKMET

Bir Cevap Yazın

Pin It on Pinterest