Siyaset

Başkanlık Sistemini Savunmak İçin Tarihi Çarpıtanlara Cevap

BU YAZIYA PUAN VER


Başkanlık konusu ülke gündemine girdiğinden beri en çok tarihçilerin konu hakkındaki görüşlerini takip etmeye çalışıyorum. Çünkü tarihçiler, geçmişi en iyi bilen insanlar oldukları için geçmişle bugün arasında neden sonuç ilişkisini en iyi kurabilecek insanlardır. Bu yüzden iyi bir siyasetçi olabilmek için her şeyden önce tarihi iyi bilmek gerekir.
Takip ettiğim tarihçilerin bir kesimi başkanlık sisteminin Türk tarihine uygun olmadığını tarihten örnekler vererek açıklarken, bir kesimi ise tarihi adeta katlederek Türk tarihinin her döneminde başkanlık olduğunu söylüyorlar.
Geçen bu yorumu yapan tarihçilerimizden birinin başkanlık hakkındaki açıklamalarını okudum. Hacettepe Üniversitesinde görev yapan ayrıca MHP MYK üyesi olan hocamız, başkanlık sistemini tarihçi gözüyle yorumlamış. Yorumlarını okudukça hem hayrete düştüm hem tarihin siyasete bu denli alet edilmesine üzüldüm
Bu yazıyı yazmamın nedeni sadece söz konusu tarihçimize cevap vermek değildir. Aynı zamanda başkanlığın, Türk tarihinde olduğunu söyleyen ve siyaset için tarihi gerçekleri çarpıtmaktan çekinmeyen herkese cevabımdır.
Tarihçi hocamız konuşmasına klasik bir başlangıç yaparak başkanlık sisteminin bir rejim değişikliği olmadığını söylüyor. Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın da her fırsatta söylediği ‘’rejim değişmiyor hükümet sistemi değişiyor’’ cümlesinin tekrarı niteliğinde olan açıklamasında Kanun-i esasi döneminden başlayıp Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen dönemi kronolojik olarak anlattıktan sonra Cumhuriyet’in ilanıyla rejim sorununun bittiğini anlatıyor.
Tarihi bilmeyen bir vatandaş için bu açıklama oldukça tatmin edicidir ama Türkiye’nin yakın tarihini ortalama bilen her insan için yukarıdaki açıklama eksik ve çarpıktır.
Tarihçi hocamızın, rejim değişmeyecek iddiasına cevap vermeden önce rejimin ne olduğunu kısaca tanımlamak istiyorum. Bir ülkenin yönetim biçimine rejim denir.  Biraz daha açık ifade edersek rejim bir ülkenin yürütme organının, egemenliğin kimin ya da hangi makamın elinde olduğudur.
Bu tanım ışığında bir ülkede rejim değişikliği olup olmadığını anlamanın en basit yolu egemenliğin, ülkeyi yönetme gücünün yer değiştirip değiştirmediğidir. Eğer yürütme gücünü elinde tutan makamda bir değişiklik söz konusuysa o ülkede rejimin değiştiği söylenebilir.
Şimdi rejimin tanımını göz önünde bulundurarak Cumhuriyet’in ilanında devlet yönetiminde yapılan değişikliği inceleyelim.
Cumhuriyet ilan edilmeden önce devletin yürütme gücü padişahın elindeydi. Yasama ise 2 meclisten oluşuyordu. Biri üyelerini padişahın seçtiği Ayan Meclisi, diğeri tıpkı bugünkü gibi halkın seçtiği vekillerden meydana gelen Meclis-i Mebusan
Cumhuriyet’in ilanıyla beraber yürütme gücü padişahtan TBMM ye geçti. Yasama organı ise sadece milletin seçtiği vekillerden oluşan TBMM kabul edildi. Ayan meclisi kaldırıldı
Yasama ve yürütmede yapılan bu değişiklik ile Cumhuriyet ilan edilmiş oldu. Aslında yapılan değişiklik tıpkı bugünkü gibi bir hükümet sistemi değişikliğiydi. Meşruti monarşi, parlamenter sistemden meclis hükümet sistemine geçildi. Bugün ise Parlamenter sistemden, dünyada örneği olmayan tek adamcı bir hükümet sistemine geçiş yapılıyor. Bunun adı sistem değişikliğiyle beraber rejim değişikliğidir.
Şimdi şunu diyebilirsiniz. Efendim yeni sistemde de Cumhurbaşkanını halk seçiyor. Sonuçta milletin egemenliği değişmiyor. Evet, görünürde seçimler devam ediyor ancak milli iradenin yeri değişiyor.
Şöyle ki günümüzde uygulanmış 4 hükümet sistemi var. Biri Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan kuvvetler birliği prensibine dayanan meclis hükümet sistemi, biri günümüzde uyguladığımız ve kaldırılmak istenen kuvvetler ayrılığı prensibine göre Parlamenter sistem, biri Fransa’da uygulanan yarı başkanlık sistemi ve sonuncusu dünyada sadece ABD de başarıyla uygulanan Başkanlık sistemi.
Bu 4 hükümet sisteminin ortak özelliği parlamentonun güçlü olmasıdır. Örneğin başkanlıkla yönetilen ABD’de başkan, parlamentonun kararlarına aykırı davranamaz, aldığı kararlar Parlamento ve Senato tarafından denetlenir.
Tüm hükümet sistemlerinde Parlamentonun yönetimde etkin güç sahibi olmasının nedeni milli egemenliği temsil eden gücün meclis olmasıdır. Eğer bir ülkede saltanat yoksa milli egemenlik, milli irade kesinlikle bir kişide ifade edilemez. Milli egemenlik, milletin devlet yönetiminde söz sahibi olmasıdır. Milli iradenin yönetime yansıdığı makam ise milletin tüm kesimlerinin oylarıyla seçilen vekillerden meydana gelen meclistir.
Türk milletine kabul ettirilmek istenen başkanlık sisteminde ise milli irade meclis değil cumhurbaşkanıdır. Çünkü meclisin yetkileri sınırlandırılarak Cumhurbaşkanı, meclis üzerinde söz sahibi olmaktadır.
Ayrıca diğer bir önemli değişiklik Cumhurbaşkanına oluşturacağı kabinede bakanları meclis dışından seçme hakkı verilmesidir. Şimdi parlamenter sistemde de Başbakan, meclis dışından istediği birini bakan olarak görevlendirebiliyor ne fark var diyebilirsiniz. Aradaki fark şudur:
Mevcut sisteme göre Başbakan, kabineyi ister meclisten, ister meclis dışından oluştursun. Her durumda milletin seçtiği meclisten güvenoyu almak zorundadır ve tüm bakanlar yine meclise karşı sorumludur. Yani milletin seçtiği meclis tüm kabine üyelerini denetleme hakkına sahiptir.
Yeni sisteme göre meclisin güvenoyu ve gensoru hakkı elinden alınmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın oluşturacağı kabine üyeleri, sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacaklardır. Kısacası bakanlar, milletin bakanı olmaktan çıkacak, bir şirkette patronuna hesap veren müdür konumuna gelecektir.
Meclise hesap vermeyen, sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olan bir kabinenin Türk tarihindeki karşılığı Osmanlı dönemindeki Ayan meclisidir. Ayan meclisinin de üyeleri padişah tarafından seçilmekteydi ve sadece padişaha karşı sorumluydular. Meclis-i Mebusan ise milletin oylarıyla seçilen vekillerden oluştuğu halde Ayan meclisini denetleyememektedir. Eğer egemenlik sadece seçimle olsaydı Osmanlı döneminde de millet kendi vekillerini seçebiliyordu ama ülke yönetiminde söz sahibi değildi.
Tüm bu tarihi analizler ışığında başkanlık hakkında şunu çok net söyleyebiliriz. Yeni sistem 1923 te gerçekleştirilen devrimin tersidir.  Ayan meclisi geri getirilmektedir. Meclisin yürütme üstündeki denetimi ortadan kaldırılmaktadır. Aradaki tek fark Osmanlı’da padişah babadan oğla geçiyordu. Yeni sistemde ise padişahı halk seçmektedir. Bir kişiyi halkın seçmesi o ülkede milli egemenliğin olduğunun kanıtı değildir. Önemli olan seçilen kişiye tanınan yetkilerdir. Eğer devletin tüm organları tek kişide toplanmışsa, sınırsız yetkilere sahipse millet seçmiş olsa da o kişi seçilmiş sultandır. Çünkü yetkileri sultanlık yetkileridir.
Tarihçi hocamızın başkanlığı savunmak için verdiği ikinci tarihi örnek Atatürk ve İnönü’dür. Hocamız, partili Cumhurbaşkanlığının daha önce de olduğunu, Atatürk ve İnönü’nün de partili Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığını söylüyor. Bu açıklaması da rejim değişmiyor açıklaması gibi tarihi gerçeklerden uzak, çarpıtılmış bir yorumdur.
Atatürk’e partili Cumhurbaşkanı demeden önce CHP nin tarihi misyonuna bakmamız gerekiyor. CHP, mevcut demokratik düzende kurulan bir siyasi parti değildir. Bir ihtilal partisidir. Kurtuluş savaşında kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin devamıdır. Bir milletin bağımsızlık savaşını yöneten ve emperyalizme karşı kazanılan zafer sonucunda bir devlet kuran, kurucu bir partidir.
Bu yüzden Cumhuriyet’in ilk yıllarında CHP bugünkü anlamda bir siyasi parti olarak değerlendirilemez. Atatürk döneminde CHP demek devletin kendisidir. Çünkü hem bir devrim partisidir hem de tek partidir. Tek partinin olduğu bir dönemde Atatürk’e, partili Cumhurbaşkanı denilemez. Böyle bir yorum yapabilmemiz çok partili sistemin olması gerekmektedir. Ancak o zaman Atatürk’ün çok partili bir sistemde CHP başkanı olarak siyasi bir taraf olduğu söylenebilir.
Tabii ki bazıları Atatürk’ün iki kez çok partili sisteme geçiş denemesi yaptığını, bu denemelerde CHP nin tarafında yer aldığını ve partili Cumhurbaşkanı olduğunu söyleyebilir. Bu yorum da tarihi gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Neden?
Hem Terakkiperver Cumhuriyet fırkası hem Serbest Cumhuriyet Fırkası, kurulduktan kısa süre sonra Cumhuriyet düşmanlarının, gericilerin toplandığı partiler olmuştur. Atatürk, her iki denemede de safını CHP den yana tercih etmiş gibi gözükse de gerçekte safını Cumhuriyet, milli egemenlik, çağdaşlıktan yana tercih etmiştir. Çünkü Genç Cumhuriyeti bu amaçlara ulaştıracak parti devleti kuran parti olan CHP dir. Atatürk bu iki denemede siyasi değil devletçi bir duruş sergilemiştir.
CHP ile ilgili bir konuyu daha göz ardı etmemek gerekmektedir. CHP, Atatürk döneminde tek tipçi, sadece aynı görüşte olan insanların olduğu bir parti değildir. Tek parti olduğu için bünyesinde tüm siyasi görüşten insanlar vardır. Muhafazakârı, liberali, solcusu her görüşten insan, CHP de kendine yer bulmuştur. Öyle ki 1946 yılında Demokrat Partiyi kuran 4 vekil CHP vekilleriydi. 1950 yılında Başbakan seçilen Menderes CHP vekiliydi. Demokrat partinin kurucusu ve 3. Cumhurbaşkanımız olan Celal Bayar Atatürk vefat ettiğinde Başbakandı. Böyle bir parti günümüzdeki siyasi partiler gibi değerlendirilebilir mi?
Diğer yandan tarihçi hocamız da çok iyi bilmektedir ki tarihte olaylar dönemin koşullarına göre değerlendirilir. Atatürk döneminin şartlarıyla bugünkü şartlar aynı mı? Atatürk döneminde kuvvetler ayrılığı yoktu. Meclis hem yasama, hem yürütme, hem yargı görevini yürütüyordu. Çünkü o dönemin şartları böyle bir sisteme uygundu. Avrupa’da parlamentoların fesh edildiği bir dönemde meclis hükümet sistemi demokratik bir sistemdi.
O zamanın şartlarına uygun olan kuvvetler birliği bugün savunulabilir mi? ELBETTE HAYIR.  Bugünün koşullarında kuvvetler birliğinin diğer adı diktatörlüktür. MHP MYK üyesi de olan hocamız bu gerçeği bilmiyor mu? Elbette biliyor. O halde bu açıklamalar niye?
Tarih her ne koşulda olursa olsun günlük siyasete alet edilmemelidir. Hele tarihçiler bu konuda çok hassas olmalıdırlar. Günlük siyaset bugün farklı yarın farklı olabilir ancak tarihi gerçekler değişmez. Bu nedenle herkes, özellikle tarihçiler, tarih hakkında konuşurken siyasi kimliklerinden kendilerini soyutlamalıdırlar. Aksi takdirde yarın siyasi hava değiştiğinde geçmişteki sözleriniz hatırlatıldığında cevap veremezsiniz
TIBBIYELİ HİKMET

Bir Cevap Yazın

Pin It on Pinterest